Papatyalar



El ele dolaşırken birden ellerimi bırakıp az ileride çiçek toplamaya başladı. Anımsayamadım uzaktan, sarı bir çiçekti. Ama hava çok sıcaktı. İçimden “Boş ver bu sıcakta uğraşmana değmez.” dedim. Çok hevesli toplamaya devam edince bunu gerçekten söyledim. Sonra bana anlatmaya başladı:

“Biliyor musun güzel bir çiçek var, ilkbaharın en güzel çiçeğidir. Haziran başlarında onları her yerde görebilirsin. Ama haziran sonlarına doğru sıcak hava onları kurutur. Sadedir, narindir. Kururken yapraklarını döker önce, tüm ihtişamını kaybetti sanır herkes. Yapraklarını dökmeden önce herkes toplamak ister ama şimdi sadece değerini bilenler toplar.”

İçlerinden bir tane getirip verdi bana. Koklamak istedim. Gerçekten kurumuştu. Ve anlatmaya devam etti:

“Elindeki çiçek öldüğünde kokmaya başlar. Herkes öldü sandığında bile açmaya devam eder. Ortasındaki o sarı bölümde yüzlerce minik çiçek açar. Yaklaşarak baktığında fark edebilirsin sadece.“

Gerçekten de küçük küçük yüzlerce çiçeğin bir arada buket gibi toplanmış haliydi.

“Papatyalar asla ölmez tamamen. Sadece bu anlattıklarımı bilen fark eden insanlar ancak hak ettiği kadar sevebilir papatyaları. Biliyorsun, sende seversin papatyaları. Sağın solun belli olmaz, kış ortasında isteyesin tutar kır papatyası. Bunları o günler için topluyorum. O yüzlerce küçük çiçek ellerinde papatyalara dönüşecek. Doğa her zaman kendini tamamlar. Papatyalar hep bir başka papatyadan doğar.”

Gülümsedim ve bende toplamaya başladım. Bu sıcakta da olsa uğraşmaya değerdi. Yeniden bir papatya daha doğsun diye...
 

Biri Sonsuz

"Ben ilk ona aşık oldum" dedim,
Duyanlar dedi "Eyvah."
Merak ettim sordum "Neden?" dedim,
"O senin olmayacak." dedi etraf,
Onunla dolu her yerim ahhh!
Ben ondan başkasıyla olamam ki dedim,
Dedim biz bir elmanın iki yarısıyız.
O benim bambaşkam dedim,
Hatırımız dolu onca raf...
Yıllarım geçti onunla dedim,
Doğası bu dediler aşkın,
Dedim biz kırk yılda bir gibiyiz.
Dediler kendini kandırma şaşkın,
Dedim biz biraz deli severiz.
Dediler senin aşkın içinden taşkın, 
Dediler bir ömür bakışın... 
Dedim bize bir ömür yetmez;
"Biri sonsuz."
"Bize iki ömür lazım."

SAÇLARINIZA DOKUNABİLİR MİYİM?

İneceğim yere birkaç durak kala kulağımdan kulaklığı çıkarıp cebime koydum. İster istemez gözlerimle de onayladım pencereden dışarı bakarak ineceğim yeri. Alışkanlık mı dersiniz yoksa size de oluyor mu bilmiyorum. Bazen yolculuk ederken dışarıdaki insanları gözden kaybolana kadar takip ederim gözlerimle. Kafamda birbirinden farklı hikayeler oluşur.

Bir durak kala yine dışarıyı izlerken onu gördüm. Sanki etraf bir anda flulaştı, renkler kayboldu, sadece o rengarenk kaldı. Uzun turuncu saçları, beyaz teni, yeşil gömleği, siyah kotu ve renkli taşlarla süslenmiş topuklu ayakkabısı. Gökkuşağını andıran bu kız oldukça dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Çok sürmeden gözden kayboldu.

İnerken hafif bir kalabalık oluşuyor şehir merkezinde, normalde bir durakta iki dakika bekliyorsa şehir merkezinde beş dakikaya yakın bekliyordu. Acele etmedim sonlara doğru çıkıp turnikelere doğru ilerledim. İzdiham arasında kalmadan sakince ilerlerken yan taraftaki turnikede tramvaya yetişmeye çalışan insanların telaşına denk geldim. Ben çıkarken tam etraf yine flulaştı bir an. Başımı kaldırıp yan taraftan girmeye çalışanlara bakınca yine onu gördüm. Saçları farkedilmeyecek gibi değil ki zaten... Bir an çıkmaktan vazgeçip içeride kalmayı düşünsem de arkamdan gelenlerin varlığı bunu imkansız kılıyordu. İçimden bir ses çık yeniden gir arkasından dese de ona asla yetişemeyeceğimi biliyordum.

Hani bazen normalde yapmayacağınız bir şeyi bir anda düşünüp kararlaştırıp yapmaya başlarsınız. Sonra yüzünüzde şapşal bi gülümseme olur. Kendimi bir umut peşinden giderken buldum. Tekrar bilet basıp ona yaklaşmaya çalıştım. Yakalamam imkansız gibiydi ama araç onu almadan gitmişti çoktan. Bu bir işaret dedim içimden. Ona yaklaşıp kolundan tuttum. Bir ürperti sonrası dönüp bana baktı. Yüzünde anlamsız bir yabancılık bakışı vardı. Kolunu hemen geri çekip "Ne yapıyorsun?" deyiverdi.
Hakikaten napıyordum ki ben. Hayal gücüm içimden fırlayıp bedenimi kontrol etmeye başlamıştı. Donup kaldım ağzımı açamadım bir kaç saniye. Sonra birden ağzımdan

"Saçlarınıza dokunabilir miyim?" diye bir şey cıktı.

Kırk yıl düşünsem böyle güzel bir giriş yapamazdım sanırım. Ne haddine senin tanımadığın birinin saçlarına dokunmak. Ama o az önceki çekingen ve sinirli yüz hatlarını, sevimli ve utangaç bir tebessüme dönüştürmüş halde:


"Anlamadım." dedi.

Devam etmek zorundaydım. Bul mantıklı bir şey dedim kendime.

"Seni ilk burada görmedim, daha önce de görmüştüm."

 Biraz daha meraklı bir hal aldı bakışları.

"Saçlarını uzaktan bile olsa farketmemek mümkün değildi. Aslında bunu sana böyle izah edince saçma olacak, en baştan anlatmalıyım."

 "Zamanım yok, gerek de yok."

 O an içimden bir şeyler kopup gitmek üzereyken yine hayal gücümün etkisi altında:

"Aynı yöne gidiyoruz sanırım, beraber yada karşı karşıya oturarak da konuşabiliriz tramvayda."

"Tramvayda mı konuşacağız?"

O anda mantıklı gelmişti ama böyle sorunca da hakikaten çok saçmalamıştım.

"Sen istersen ağzımızdan tek kelime çıkmadan konuşabiliriz."

 "Deli falan mısın?"

 "Bu kadar erken farketmene şaşırdım. Geçen ay Bakırköyden kaçtım."

 "Belli çok belli."

 "Sen yeter ki fırsat ver açıklamama. Sonrasında ne yapacağın yine sana kalmış." dedim ve tam o sırada sonraki tramvay durağa giriş yaptı. O anda peşinden gitmekten başka çarem kalmadı. Şanslıydı biraz kalabalık arasından sıyrılıp boş bir yer bulabilmişti. Bende hemen yanında durdum. Ne yalan söyleyeyim gözlerimi saçlarından bir an olsun ayıramadım. Onu izlediğimi biliyordu. Rahatsız oluyormuş gibi değil de umursamıyormuş gibiydi. Telefonumu açıp not defterine "Merhaba, ben Mehmet. Sanırım bu şekilde konuşmamızda bir sakınca yoktur?" Telefonu ona uzattığımda telefonu tutmadan okumaya başlamıştı. Okuması bittiğinde gözlerini bana çevirdi ve dudaklarını kıpırdatarak ses çıkartmadan "Sen delisin" dedi. Israrla telefonu uzattım ve sonunda tuttu. Önce biraz düşündü. Sonra bana yine baktı. "Bu nereden aklına geldi." yazdı ve bana uzattı telefonumu.


"Aslında tramvayda konuşma fikrim kötü değildi ama yöntem yanlıştı sadece. Onu biraz değiştirirsek sorun kalmaz diye düşündüm. Ve bu arada çok kabasın. Hala ismini söylemedin."

"Sence de ismimi böyle basitçe öğrenmen garip olmaz mıydı?"

Haklıydı bir yerde ama ona hitap edebileceğim bir ismi olması fena olmazdı. Olayı anlatmaya başladım. Uzun uzun ne yazdığımı merak etmişti. Telefonu ona uzattığımda okuması biraz zaman aldı.

"Kendini boşuna yormuşsun." gibi kısa ve umut kırıcı bir cevapla kesmişti hevesimi.

"Belki dokunamıyorum şu anda saçlarına ama onları görmek bile muazzam bir şey."

Utanmış biraz ve minik bir gülümseme oluşmuştu yüzünde.

"Teşekkür ederim ama seni tanımıyorum ve tanımak için ayıracak zamanımda yok."

İçimden "Neden bütün güzel şeylere ulaşmak bu kadar zor" dedim. Ardından:

"Bu kadar imkansıza sürükleme."

"Elimden bir şey gelmez, her benimle tanışmak isteyene vakit ayırsaydım yaşamaya fırsatım olmazdı."

Eee yani güzel bir kızdı. Konuşmak, tanışmak isteyen çok kişi olmalıydı. Lakin kolay vazgeçmeyecektim.

"Haklısın ve bir yerde verilecek cevap bırakmadın. Ama ben seninle tanışmaktan çok saçlarınla tanışmak istiyorum."

Bunu söyledikten sonra elimi saçlarına uzattım istemsiz ve kendini geri çekti.

"İzin vermiyorum, lütfen benden uzak dur."

Bu sırada karşısındaki yolcu durakta indi. Bende fırsattan istifade oturdum hemen. İşler kötüye gidiyordu ve sert bir kayaya toslamıştım. Bir kaç dakika hiçbir şey yazmadım. Sonra tekrar yazmak istediğimde telefonumun şarjı bitmişti çoktan.

Telefonumu göstererek, şarjının bittiğini izah ettim. Ve bu sırada beni şaşırtarak kendi telefonunu uzattı.

"Seni üzmek istemezdim ama bu konularda kapalı biriyim. Israr etmen yada bir şeyleri izah etmeye çalışman bir şeyi değiştirmeyecek. Bunu anlamalısın."

Hoşuma gitmişti bu yaklaşımı. Lakin bu söylediklerine karşın ne cevap vereceğimi bilmiyordum.

"Benden sana zarar gelmez ki ama?"

"Emin ol böyle söyleyip üzenler yüzünden bu haldeyim."

"Ben onlar gibi olmayacağım."

"Sence bunu da söylememişler midir?"

"Neden bu kadar zorsun?"

"Zor mu? Sadece kırılmış ve bir daha aynı yerden kırılmak istemeyecek kadar yorgunum."

"Belki sen omuzlarımda dinlenirken, saçlarını okşamam yorğunlugunu gidermek için güzel bir yol olabilir."

"Sen söyle bana neden bu kadar inatçısın?"

"Sen neden bu kadar güzelsin?"

"Sen neden bu kadar yılışıksın?"

"Sen neden bu kadar güzel gülüyorsun?"

"Delisin sen!"

"Bunu yeni anladığını sanmıyorum."

Zaman o kadar hızlı geçmişti ki yaklaşık yirmi durak ilerlemiştik. İnmem gerekiyordu ve hala adını bile bilmediğim bu kıza kabul ettirememiştim tanışmayı. Ama son bir şey aklıma gelmişti.

"Pekala, güzel hanımefendi. Benim artık inmem gerekiyor. Bu hoş ama başarısız sohbet için teşekkür ederim."

Cevap vermesine müsaade etmeden yanından kalkıp, kapıya yöneldim. Son bir kez baktım ona. El sallamak isteyip vazgeçtim. Gözleri üzerimdeydi. Sanki bir şeyler söylemek isteyip içinde kalmış gibi. İçimden bir ses arkamdan geleceğini söylese de bu sadece komik bir ihtimaldi. Kapılar kapandı ve onu gözden kaybolana kadar izledim. O kapıdan çıktıktan sonra bana bakmaktan vazgeçmişti.

Kısa ama güzel maceramın ardından tekrar sıkıcı yalnızlığıma dönmüştüm. Aradan geçen saatlerde istemsizce gülümseyerek olanları düşünmüş, yazdığımız konuşmaları okumuştum. Son umudum ise onunda tekrar okumasıydı. Aradan epey zaman geçince umudum kırılmıştı. Elimde telefon gelecek bir mesajı bekliyordum ama artık gözlerim yorulmuştu. Tam uyuyakalacakken bir mesaj geldi.

"Sen ne kadar uyuz bir şeysin ya, cevap yazmama müsaade etmeden kalkıp gittin öylece. Bir de alta numaranı yazmışsın. Tekrar okuyunca fark ettim. Uzun süre yazmamak için direndim ama yazmaya karar verdim. Ben de teşekkür ederim bu garip akşam için. Ama durum böyle. Bu mesajı da bir umut olarak görme lütfen. Sadece akşam için teşekkür etmek istedim."

"Rica ederim adını bilmediğim güzel hanımefendi. Bir şekilde konuşmaya devam etmek için böyle yapmam gerekiyordu. Lütfen kusuruma bakma. O anda aklıma bundan başka bir yol gelmedi."

"Hmmm. Anladım. İyi geceler."

"Bu kadar mı?"

"Ne bekliyordun ayıptır sorması?"

"Kolay olmayacak ama bu hikaye burada bitmedi. Sana da iyi geceler isimsiz hanımefendi."

Beklediğim mesaj gelmesine rağmen hala inatçı ve soğuktu.
Yeni gün daha güzel şeylere gebeydi belki de...

Önce Susmamız Gerek







Şöyle bir karşılıklı otursak seninle; tek kelime etmeden saatlerce konuşmuş olurduk. İçimizden geçenler kelimelere dökülse yazması günlerce sürerdi. Kadın, gözlerine bakınca diyorum sözlere gerek kalmıyor diyorum. Sacların bir masal, tenin bir şiir, dudakların bir roman oluverir o anda. Okumayı bilmek gerekmez seni anlamak için; bakmasını bilmek yeter diyorum kadın. Karşılıklı otursak önce diyorum: Yan yana oturmak sonrası için kaçınılmaz olurdu. Gülüşlerimiz birbirlerine ne kadar yakıştığını fark ederdi, ellerimin ufaklığı anlam kazanırdı; aynı büyüklükte olsalar biri diğerinde kaybolmaz; birbirini tamamlamazdı. Fark ederdik. Zamirler, sıfatların dolaylı tümleçler ile bir araya gelmesiyle dahi anlamından değer kaybetmezdi. Yani diyorum ki kadın: sen, ben, biz; eski, yeni, kısa, uzun, büyük, küçük bizim karşımızda sadece birer süs olur ancak. Biz olabilirsek tabi. Önce karşılıklı oturup susmamız gerek. Susmadan birinci çoğul şahıs olma şansımız yok kadın. Susmalıyız, gözlerimize müsaade etmeliyiz biraz. Anlatabiliyor muyum kadın? Bence anlatamıyorum, önce susmamız gerek kadın.

Sevdik

Hani küçükken yağmur sonrası gökkuşağı oluşurdu ve bittiği yerde hazine olduğuna inanırdık. Koşardık koşardık ama hep uzakta kalırdı gökkuşağı. Sonra da kaybolurdu... Büyüdük haliyle zamanla öğrendik bu gökkuşağının bir ışık kırılması olayı olduğunu... Ama vazgeçemediğimiz bir şey var ki oda güzel ve ilgi çekici olanın peşinden gidip, ummadığımız bir sonuçla karşılaşmak. Ne kadar büyürsek büyüyelim hata yapmadan çok az şeyi öğrenebiliyoruz. Mesela ben senin kıymetini kaybettiğimde çok daha iyi anladım.

Usanmadan bıkmadan tıpkı o Küçüklugumdeki gökkuşağı gibi peşinden gitmekten başka çarem  yoktu. Kalbim o saçtığın ışığın ardında çok daha güzel şeyler olduğunu hissetmişti. O rüzgârına kapılıp, uçurtma olmamak mümkün değildi. Sadece aşk lazımdı, sadece gökyüzü... Ucmaktan başka çarem var mıydı?

Öyle kolay olmadı gökyüzüne çıkmak. Hiç tanımadığın biri olarak, güvenmekten korkan, zor bir kadınla mücadele etmek ne kadar senin gökyüzünde uçmak istediğimi haykırıyordu sanki. Günlerce,  aylarca kapısında yattığım kalbinde ev sahibi olmaktan bahsediyorum. Beni o güzel kalbine alıp daha da güzelleştirmenden değil, biz olmaktan, yeni bir dünya kurmaktan, yepyeni bir galaksi keşfetmekten, denizleri damarimizda taşımaktan, gökyüzünün en güzel rüzgara karşı koyani olmaktan, aynı uçurtmanin, aynı kelebeğin iki kanadı olmaktan bahsediyorum.

Öyle güzel sevdik ki kadın... öyle güzel aşıktık ki dokunmadan tenimi teninde hissetmekten bahsediyorum. Sesinin tonundan kaşlarının dalgalanmasini Farketmekten bahsediyorum. Gülüşünü kalbimde hissetmekten bahsediyorum.

Kalbine adım atmak hep orada kalabileceğim anlamına gelmiyordu... Her ne kadar özen göstersemde o hassas kalbi kırdığım olmuştu. Ufak şeylerin üstesinden çabuk geldik. Ama uzlaşamadığımızda iki inatçı keçi gibi birbirimizi hirpaladik. Düşünüyorum da değmezmis. Çünkü seninle geçen her an kumsaatinin belinden kum taneleri kadar kisaymis. Bir sonumuz varmış. Bilsem biraz daha severdim seni. Sana sarilabilmek için daha fazla mücadele ederdim...

Bilemezdik ki be sevgili... Hayatın kurduğu tuzaklara çok çabuk teslim olduk... Hataların bedelini en ağır şekilde kesmek istedik... Yara açmak değildi bizimki; yara üzerine yara açmakti... Nasılda içinden çıkılmaz bir Girdap oluşturmuştuk. Ve kurtulamayacagimiza inanıp teslim olmuştuk. Insan sevdiği kadar yıkar döker diyorsak, biz bir dünya savaşı sebebi kadar çok sevmiştik. Aynı zamanda insan sevdiği kadar da affeder olayını gerçekleştirebilsek ne güzel olurdu.

Büyük kaybetmiştik. O kadar derinden acılar hissediyorduk ki birbirimizi düşünmeye zaman kalmıyordu. Gözyaşlarımızı bir yerde biriktirmeye çalışsak deniz kıyısına kadar uzanan bir dere olur muydu?
Başlarda bir belirsizlik oluyor ama sonra o toparlamaya çalıştığın kalbin parçacıkları elini kesiyor. Yaklaşamiyorduk. Hatalar yapmıştık evet ama bu daha önceki başka hataları ortaya çıkarıyor, bu noktaya gelirken ki ihmallerimizi gün yüzüne çıkarıyordu.

Yavaş yavaş bize ayrılık yolları görülmüştü. Elbette öyle kolay kabullenemeyecektik ama başka bir yolda gözükmüyordu. Son sevgi tanecigine kadar mücadele etsemde umut kalmamıştı.

Şimdi yalnızlığın hüküm sürdüğü bu bedende mevsim kistan bahara dönmedi... Alışmak zor oldu hatta alışamadım ama kabullendim ayrılığı. Gel gör ki kabullenemedigim o kadar çok şey vardı ki...

Hayatında artık olmamam seni kıskanma hakkımı elimden alsa da içimden alamadı... Seni görmek yasak olsa da bütün fotoğraflarını silemedim. Hani o otuziki diş basın yukarıda gülüşün varya... İşte ben ondan nasıl ayrılabilirim ki... İleride ben bu kızı sevmiştim diyebileceğim fotoğrafların kalmaliydi bende...

Tüm zamanım senindi. Senden geriye kalan boşluğu ne yapsam dolduramadim. Hatalar yapıp kaybettiğim seni , hatalar yapmaya devam ederek unutmaya vazgeçmeye, kabullenmeye çalıştım. Ben senden sonra ne yaptım hiç bilmiyorum ki... Aklımda olup kalbimde olmayışına alışkın değilim ki.

En çokta başka birinin sana hayallerimdeki gibi dokunmasi yakar canımı. Benim içimde kalanları başkasının tamamlaması beni mahveder. Ama mutlu da ol istiyorum. Çünkü sen iyi birisin. Kötülüğünü istediğimden değil. Seni istediğimden canımın acimasi. Biz sanki bir ömrü paylaştıkda zor bir dönemden geçen iki evli çift gibi hissediyorum. Gerçekten o kadar uç noktalarda sevdik. Daha da sevecektik. Ama nazar değmesin, ellerin oyununa gelmeyelim diye diye onlara teslim olduk. Beyaz bayrak elimizde  ayrı yönlere gittik.

Zaman hızla akıyor. Aylar oldu sıcaklığının beni terkedeli.
Üşüyor yüreğim haliyle. Hatıralar var işte bilirsin çıra diye yakarsin içinde. Ne kadar güzel anımız var diye sevinirken bir daha benzerini yaşayamamanin üzüntüsü ile mücadele etmekten yoruluyor insan. Hani dön isterim ama aynı heyecanla aşkımızı yaşayamayız diye korkuyorum. Ama tanıyoruz be kadın birbirimizi. Endoplazmik retikulumumuza kadar hemde... Bilirsin yanımda iken sen ben kayıp parçami bulmuş gibi olurum. Bugüne kadar senin isteyipte yapamadığım şey olmamıştı. Ama kalbim beyin ile bağlantıyı kesip sana ulaşmaya, verdiğim sözleri unutmama neden olmaya çalışıyor... Korkarım bir gün başaracak. Ama o gün gelene kadar sözüm söz. Kimbilir belli olmaz, bir güneş gibi karanlığı aydınlığa çevirmisligin de yok değil hani...

Bir ömür sende atmak için bekleyen kalbim ardından bir başkasına atmayacak. Başkasında seni hissetmeyecegimden emin olana kadar kaderin tozlu raflarına bırakıyorum kendimi... Kimseye haksızlık etmek istemiyorum. Ne sana, ne bana, ne de bir başkasına... O kadar yarım kaldık ki bu yazı bile bitmiyor kadın.

 Bir kadın sevdim. Güzel de sevdim. Başka da sevemem.




Ben Dünya Sen Güneş

İnsan dönüp "Bir kendine birde şu güzel kıza bak." diyor. Sonra Olric ordan kıskanıp "Efendimiz bu kız da sevilecek bir gün diyor." "Ama sen dünya iken güneşi isteyebilir misin?" diyorum.  Olric sessiz. Sonra Albay yanına çağırıp izahat istiyor benden. "Komutanım onu görüp tekrar bakmayacak kimse yoktur." diyorum. "Üstelik topuklu ayakkabı sevmiyor." Ama benim gibi serseri bir adam değil de kendi gibi iyi bir adam sevmeli ki hayallerindeki gibi evlatları olsun. Albay düşünüyor: "Çok düşünüyorsun. Kader denilen şey isterse, sana söyleyecek söz kalmaz. Beni sevmez, benden küçük hem beni ister mi,  dediğin kız belki seni bir ömür mutlu edecek eşindir. Bilemezsin!"
Albay haklıydı. Olric tekrar yanıma gelip "Sevin onu efendim." dedi. "Sevmekten başka çarem yokki Olric!"

Sevemedik

Bence biz sevemedik birbirimizi.
Dokunamadik ki parmak uçlarımiza.
Bakamadık ki öper gibi gozbebeklerimize.
Sarılamadik ki doya doya...
Dolduramadik ki kokularimizi içimize.
Opemedik ki o balın kaynağından.
Isiramadik ki o tatlı gülüşlerimizi.

Göğsümde uyuyakaldin mi hiç?
Saçlarını oksamaktan ellerim yoruldu mu hiç?
Boyunda aşk izleri birakabildim mi?
Oksadin mi kirli sakalli yanaklarimi?
Dudaklarimi şekilden şekile sokup öptün mu?
Bence biz sevemedik henüz birbirimizi.
Çok erkendi bu ayriligimiz.
Çok gereksiz bu yarım kalisimiz.
Gurursuzluk değil bu seni hala isteyislerim
Öylesine değil bu olmaz deyip gelmeyislerin
Bence biz sevemedik birbirimizi.
Ilgi arsizi iki farklı kişiydik
Buluşmadi aynı gökyüzünde yıldızlarımiz.
Şimdi gözleri puslu iki yabancıyiz
Bence biz hiç sevemedik birbirmizi






Hoşçakal


Bilmezdim bir gülüşün içimi güneş gibi ısıtacağını,
Bir bakışın kalbimi böylesine etkileyeceğini,
İnanmazdım sesiyle yüzümü gülümseten biri olacağına,
Varlığı huzur veren birinin geleceğine,
Sesini duymadan uyuyamayacağıma,
Varlığını hissetmeden günümün geçmeyeceğine,
Her geçen gün daha fazla bağlanacağıma,
İnanmazdım, inanmazdım.



Demek aşk böyle bir şeymiş diye şaşıracağıma,
Her fırsatta adını duama karıştıracağıma,
Hayallerin böylesine güzel hissettireceğine,
İnanmazdım, inanmazdım...
Kaderin seni ömrüme yazacağına,
Ne olursa olsun yanımda kalacağına,
Sevdiğim kadar sevileceğime,
İnanmıştım, inanmıştım.
Bir rüya gibi biteceğine,
Alıştığım her şeyin kabusa dönüşeceğine,
Hayallerimizin canımı acıtacağına,
İnanmazdım, inanmazdım.

Sevmiştik biliyorum;
Ne oldu da ayrı düştük bilemiyorum...
Sevgi her şeyin üstesinden gelmiyormuş,
Tek başına aşk ayakta duramıyormus...
Helal olsun hakkım, değerdi seni tanımaya her şeye rağmen.
Pişmanlıklar var içimde, keşke olmasa dedirten.
Seni severken böylesine, sessizce yanında kalamam;
Hoşçakal bambaşka gülenim hoşçakal.


Bambaşkam


Ben hiç bencil biri olamadım. Bir kız olmak her şeyi karşı taraftan beklemek anlamına gelmiyor benim için. Mutluysam, seviliyor ve ilgi görüyorsam, üstelik bunu bir beklenti içinde olmadan yapıyorsa sevdiğim adam, bende O adam için elimden geleni yaparım. Ne şanslıyım ki beni o kadar iyi anlayan, tamamlayan, güvenen, inanan, sahiplenen ve çabalayan bir sevgilim var. O'nun için hep küçük sürprizler yapmıştım ama bu sefer aklımda daha organize ve daha büyük bir sürpriz vardı. Nasıl bir tepki vereceğini, neler söyleyeceğini, neler yaşayacağımızı çok merak ediyordum. 

Henüz evlenmek gibi bir planımız yok ama bu konuda neler düşündüğümüzü çok fazla da konuşmadık. Hazırladığım sürpriz aslında bir prova olacaktı. Belki korkacak, belki heyecandan kalbi durmadan çarpacak, belki kızacak, belki çok mutlu olacak bilemiyordum. 

...

Henüz olacaklardan habersiz benimle görüşmek için her zaman gittiğimiz çay bahçesine davet etti. Biraz zamana ihtiyacım odluğunu söyleyip acele etmemesini tembihledim. Karşısında beni gördüğünde bir farklılık olduğunu hissedecek kadar hazırlanmak için biraz zaman istemek haksızlık sayılmazdı. 

Çay bahçesine gittiğimde manzarayı izlerken yakaladım onu. Sessizce yaklaşıp gözlerini kapattım. 

-Gözlerimi kapadın fakat kokun eleveriyor seni hayatım. 

Sarıldık birbirimize. Birer çay söyleyip beraber manzarayı izlemeye koyulduk. Havadan sudan konuşup muhabbet ettikten sonra ben yavaştan plana koyuldum.

+Bugün için bazı planlarım var. Bi işin yok dimi?
-Hayır seninleyim bugün. Neler planladın sen yine bakalım?
+Karıştırma orasını gel hadi benimle.
-Dediğin gibi olsun hadi...

İlk olarak bir markete gidecektik. Ne kadar zeki biri olsa da bunların hiçbiri aklının ucundan geçmeyecekti biliyordum. 

+Kap şuradan bir araba düş peşime.
-İyi misin sen ne yapacağız burada?
+İyiyim iyiyim, Hadi düş önüme.
-Aklından ne geçiyor bilemiyorum hiç. 
+Hiç mi alışveriş yapmadın sen eve?
-Pek sevmem ben öyle annem halleder genelde.
+Öğreneceksin o halde şimdi.
-Ben pek anlamam dedim ya.
+Düşün ki çalışıyorsun, Alışveriş yapma zamanımız gelmiş. Bende hastayım. Sana liste yapamamışım Senin alman gerekiyor her şeyi. Buyur bakalım işe koyul.
-Sen ciddisin ama?

Her zaman ki ciddi bakışımı attım ve eğleneceye başladık. Taze meyve sebzeleri nasıl seçeceğini bile bilmiyordu. Aslında önce pazara götürmek lazımdı ama neyse. O plana uygun değildi... Daha uygun ve kaliteli ürün varken başkasını tercih ettiğinde uyarıyordum. Neyden ne kadar alacağı konusunda da fikri yoktu. Doğru şeyi bulduğunda miktarı ben ona söylüyordum. Bana takılmak maksatlı çocuk bezi almaya kalktığında kolunu kıvırdım. "Bırak onu yerine, o daha sonra."

Araba dolduğunda beklediğim soruyu sormasını bekledim.

-İyi güzel aldık bunları ama bende bu kadar para yok söyleyeyim. Hem nereye götüreceğiz bunları?
+Kim dedi para ödeyeceğimiz?
-Niye aldık ki o zaman.
+Sen öğren diye. alış var veriş yok tamam mı?
-Bunlar ne olacak?
+Sanırım kaçmamız gerekiyor. bu kısmı düşünmemişim
-Seni şapşal gel hadi benimle.

Kuytu bir yere arabayı bırakıp dışarı çıkmıştık. AVM'dekiler biraz kızacaktı ama olsun. Daha sonra onları gerçekten almaya gelecektik zaten. 

+Henüz yeni başladık ama kalbim deli gibi çarpıyor. Çok heyecanlıydı.
-Delisin sen. Nereden aklına geliyor bunlar bilmiyorum hiç.
+Takip et beni hadi çok işimiz var.

Bir emlakçıya doğru yöneldik.

-Hayır olamaz, düşündüğüm şeyi yapmayacağız değil mi?
+Tamda düşündüğün şeyi yapacağız.

Hayırlı işler dileyip içeri girdik. Yakında evlenecek olduğumuzu ve ellerindeki evleri görmek istediğimizi söyledim. Yüzü kıpkırmızı olmuştu.

*Aklınızda nasıl bir yer var?
+Manzarası güzel, mutfağı büyük 3+1 kiralık bir ev olsa fena olmaz.
-Balkonu da büyük olsun.
+O neden ki?
-Orasına da sen karışma.

Rolüne adapte olmuştu artık. Emlakçı uygun bir ev olduğunu söyleyip anahtarları alıp bizi götürdü. Evin yeri güzeldi. Hoşuma da gitmişti ama rol icabı bahane üretiyordum evle ilgili. Aksine sevgilim gıcıklık olsun diye beğendiğini ve fiyatta az indirim yapılırsa tutacağımızı söylüyordu. Ama emlakçı olabilecek en düşük fiyatı söylediği konusunda ısrarcıydı. Odaları gezmeye devam ederken eşyaları nasıl yerleştireceğimiz nerede ne olacağını konuşur olmuştuk. Kararımızı daha sonra söyleyeceğimizi belirterek kartını alıp evden ayrıldık.

-Sen çok fenasın var ya. Nereden aklına geldi böyle şeyler.
+Bakıyorum benden çok hevesli çıktınız beyfendi.
-Değişik bir his böyle tarif edemiyorum.
+Peki o halde devam edelim.
-Şimdi nereye?
+Ne çok konuşuyorsun sen bakalım. Az sabret.

Ev eşyası bakmak için uygun bir yer arıyordum. Ben durdurup kendine doğru çevirdi ve durduk yere sarıldı bana.

-Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?
+Evet, hatta benimde seni çok sevdiğimi biliyorsun.
-Bilmekten öte hissettiriyorsun.
+Sen aynısını yapmıyorsun sanki. Aaa bak buldum gel hadi.

Her ne kadar emlakçıya olumsuz izlenim versek de evi beğenmiştik. Ona göre eşyalar bakmaya başlamıştık. Modellerde kararsız kalsak da renklerde hemfikirdik. Ama bu işler için henüz çok erken olduğu belliydi bizim için. Bir ara beşiklere kafayı takmıştı, şunu alalım bunu alalım deyip duruyordu. Çok masraflı bir şey bu ev kurmak. Burada da işimiz bitmişti.
-Aslında köşe takımı o salondaki düz kısma çok iyi olurdu. Karşısına da geniş bir televizyon. Işık vurma sorunu da olmazdı.
+Evet olabilirdi ama  yemek masası koymaya yer kalmazdı.
-Bak onu düşünemedim.
+Ben düşünürüm merak etme sen. Haydi devam edelim.

Sırada en çok heyecanlandığım bölüme gelmiştik. Annem duysa keserdi beni ama haberi olmayacaktı. Yine yakında evleneceğimizi söyleyerek gelinlik ve damatlık bakmak için bir yere geldik. Çok fazla çeşit vardı. Önce ben gelinlikleri denemeye başladım ve fikirlerini aldım. Hepsine evet bu diyordu. Hepsinde çok güzel oldun deyip durdu. Sanırım bi anne fikrine burada gerçekten ihtiyaç vardı. İçime en çok sinende karar kılıp damatlığa bakmaya başladık. En az benim kadar giydirip çıkarttıracaktım O'na da. Burada da daha sonra tekrar geleceğimizi söyleyerek çıkmıştık.

Bugüne ait onlarca fotoğraf vardı ama ikimizden başka kimsenin görmemesi gerekiyordu. Yorgunluktan ölüyorduk.

-İki dakika beklesene beni
+Nereye gidiyorsun?
-Hemen geleceğim.

Elleri arkada geri dönmüştü. Bir demet papatyayı çıkarttığında gözlerim kocaman olmuştu.

-Bu güzel gün için teşekkür maksatlı.
+Çok teşekkür ederim bir tanem.

O kadar çok gülmüştük ki yanaklarım ağrıyordu artık. Bazen O'nunla karşılacak kadar ne iyilik yaptım da Allah beni O'nunla karşılaştırdı diye merak ediyorum. Şükredip gülümsemeye devam ediyorum. Mutluluk, mutlu edebildiğin kadar seninle oluyor. Ve biz bunu çok iyi başarıyorduk. O benim huzurum, mutluluğum ve bambaşkam... 

Öpünce Başlar

Bazen ne kadar seversen sev ikna edemezsin karşındakini... Üstelik O'nun da seni sevdiğini bilirsin. İşte bu en acıtıcı nokta olur. Kalbini kırmadan olmayacağını sana kabullendirmeye çalışır seni. Sen inat ettikçe sana karşı kullandığı dil sertleşir. Canını acıtacak şeyler söylemeye başlar. Yetmezse gözlerine hitap etmeye başlar, sürekli başkalarıyla birliktedir... Seninle birlikte olmaya çalışmaktansa seni kendinden soğutmaya çabalar... Ve ne kadar kızsan ve kırılsan bile vazgeçemezsin... Neden diye sormaya bir kere başlamışsan duramazsın. Asla... Yaşanmış bitmiş bir aşktan vazgeçmek kolaydır genelde... Ama hiç başlamamış bir aşk... Hiçte öyle kolay vazgeçilmiyor...

Uzun zamandır düşünüyorum. Konu aşka gelene kadar O'nunla olan konuşmalarımızda bizden iyi kimse yok. Sohbet etmek, tartışmak, birbirimizle şarkı paylaşmak, mesajlaşmak, film önermek, derdimizi paylaşmak ve diğer şeyler... Bunlar birbirine bağlı bir zincir halkası kadar sağlam ve güzel... O'na "Çok güzelsin dediğim" de dahi saatlerce kavga ediyorduk. O'na sarfetmek istediğim daha niceleri varken, içimde susturmaya çalıştığım birçok duygu varken hep azlarıyla yetinmek, hatta söyleyememek...

Dayanılmaz noktaya geldi artık bu durum. Defalarca bir daha görüşmemek için ayrılıp defalarca tekrar bir araya geldik. Yanında olup O'na aşık olmadığımı söylersem kendime, günah olur bu sevdaya... O'na göre arkadaş kalmamızda mani yok... Söz aşka hiç gelmezse sorun olmayacak diyor. Kedinin önüne çiğer koyup dokunursan kuyruğunu keserim demek gibi bir şey bu...

Ama artık yeter dedim. Zaten aynı şehirde yaşamamanın verdiği bir zorluk varken onun bu tavırları işi daha da zorlaştırıyordu. Gerçekten ne hissettiğini, ne yapmak istediğini öğrenmem lazımdı. Bundan sonraki okuyacaklarınız aşkın, gerçekten seven bir adama neler yaptırabileceğine yönelik olacak. Ve bir çoğuna inanamayacaksınız. İnanmayın da bence. Başınıza gelmeyecek çünkü...


Hakkında bilmediğim şey neredeyse yok denecek kadar azdı. Tabi ki bunları anlatıkları ve uzaktan gözlemlerimle edinmiştim. Gerçekten karşılaşınca neler olacak tam bir muammaydı. Evet, internet üzerinden tanıştığın biriyle yüz yüze gelmekten bahsediyorum. Her ne kadar telefonda görüşsen, Skype de görüşsen de yüz yüze gelmek gibi olamaz...


Bizim eğer bir geleceğimiz olacaksa bu görüşmeye bağlıydı tamamen. O yüzden detaylar, alternatifler, fikirler, planlar önceden aşağı yukarı belli olmalıydı. Ona kalsa anı yaşayalım derdi ama "ne yapmak istersin?" diye sorsam "Bilmem ki..." der kesin. 


Öncelikle yabancı olduğum şehirde kalacak yer sorunumu çözmem gerekiyordu. Ve ilk arayacağım kişi belliydi. Telefon görüşmesini "Çok ses çıkartmayın! Ben yurt dışında olacağım." deyişi ile bitirmiştik. Bana takılmasa olmazdı zaten.


İki gün sonra artık O'nun şehrindeydim. Vizelerimiz bitmiş görüşmemize engel olabilecek bir sebep yoktu. Arkadaşımın tek başına yaşadığı ev çok güzeldi. Küçük ama sıcacık. Biraz dinlenmenin ardından etrafı keşfetmeye çıktım. Bana bir alışveriş merkezi, bir film satan yer, çiçekçi, bir hediyelik eşya dükkanı, bir araba kiralama yeri ve bir kontör yükleme yeri lazım.


Listemdeki işleri halledip bir işleyiş planı hazırladım. O'na ben oraya geliyorum dersem istemez, seninle görüşmem derdi. O yüzden biraz emrivaki yapmam gerekiyordu. Bu sırada "Bunları neden yapıyorsun?" diye sordum kendime... Cevabı basitti aslında... "Sadece aşığım..."

Ama büyük bir sorunum vardı... O'nu ikna etmek. Hazırladığım günü yaşamak için ikna olması lazımdı. Bunu kelimelerle yapmam son derece zordu... Ben daha önce bir ilişki yaşamamış olsam da o yaşamıştı... Ama kesin olarak bildiğim bir şey de vardı ki hiçbir sevgilisi O'nu öpmemişti. Göstereceği bütün tepkileri göze alıp, belki de konuşarak ikna etmek mümkün olmasına rağmen, karşılaştığımızda O'nu öperek ikna etme fikrinde karar kılmıştım.

Aslında sorunlar henüz bitmemişti. Ben daha önce hiç kimseyi öpmedim ki... Farkettirmeden nasıl yaklaşacağım, nasıl bir hamleyle O'nu öpeceğim... Gerçekten zor sorulardı. Ve bir kez başarısız olunca her şey berbat olabilirdi... Filmlerden bu konuda yardım alabilirdim.

Bu akşam hayatımın en heyecanlı anlarını yaşayacağım. Neden akşam sorusunun cevabı ikinci öğretim öğrencisi olması ve derse gelirken O'nun karşısına çıkacak olmam. Kafamda kurduğum şeyleri gerçekleştirmek hiç kolay olmayacak kesinlikle...

Metrodan indiği andan itibaren her an başlayabilirdim fakat O'nun attığı her bir adımda sanki biraz daha imkansızlaşıyordu. Hiçte gözüktüğü kadar kolay bir şey değil... Kalbim yerinden çıktı bile çoktan, benden önce hareket ediyor...

Deli cesareti gelmişti artık. Hızlı adımlarla O'na yaklaşmaya başladım. Göründüğünden daha zarif ve alımlıydı. Saçlarının yürürken dalgalanması, yaklaştıkça daha önce hiç almadığım kokusunun gelmesi biraz daha cesaretlendiriyordu. Bir adım kala ismini söyledim, yürüme hızı düştü, başını bana doğru çevirdi, durdu, tamamen bana döndüğünde aramızda neredeyse mesafe kalmamıştı. Elleri doluydu, ağzından
ismim çıkmıştı ve artık O'nu öpebilirdim. Gözlerimiz yavaşça kapanırken nefesinin sıcaklığını hissedebiliyordum. Ellerimin arasındaydı artık yüzü; ellerindekilerin yere düşüş sesi, etrafımızdaki insanların sesleri, arabaların sesleri ve ikimize ait ilk öpüşün sesi... Kısacık, sıcak, dolu, tatlı, mahçup, sinirli, utangaç, şaşkın... Sessizliğimiz o kadar sağır ediciydi ki... On saniyedir yan yanaydık fakat sanki saatlerdir bu haldeyiz gibi... O'nun da elleri artık hareket ediyordu, yüzüme doğru gelen hızlı bir el, gözleri kapanıyor tekrardan ama istediği gibi sonuçlanmıyor; elini yakalıyorum, aşağı indirmeden yüzüme yaklaştırıyorum ve avuç içlerinden öpüp, elini tekrar yanağıma götürüyor ve elimi elinden çekiyorum. Elleri bir süre yanağımda kalıyor. İçinde bana karşı sarfetmek istediği belki milyonlarca kelime var gibiydi. Ama susuyorduk hala. Etrafımızdaki bizi izleyen insanları, bizi alkışladıklarında farkettik. Aramızda bir kaç adım mesafe oluşmuştu artık. Ve artık hikayemizi başlatacak sözcükler dilimden çıkmaya başlamıştı:

-Birbirimize sarılmak için yeterince beklemedik mi sence?
+Sen ne yaptığını zannediyorsun?
-Bilmiyorum. Tek bildiğim şimdi sarılmaz isek bir daha bu anı tekrar yaşayamayacağımız...

Cevap veremiyordu... Hala yaşanılanların şaşkınlığı vardı
üzerinde. O'na doğru yaklaşıp sarılmak istediğimde karşı koymaması içimi rahatlatmaya başlamıştı. Sarılmak gerçekten sihirli bir şey bence... Sarılmak; güvenmek, özlemek, sahiplenmek demek... Etrafımızdaki insanlar dağılmıştı. Yere düşenleri topladım ve ona geri vermedim.

+Sen ne arıyorsun burada? Beni nereden buldun? Sen beni nasıl öpersin? Sen sorunlu birisin! Benden uzak dur!
-Bu kadar mı?
+Bu kadar!
-Seni arıyordum, okula gideceğini düşündüm, istersen bir daha gösterebilirim nasıl öptüğümü... Evet çözümü sende olan bir sorunum var. Ve üzgünüm; senden uzak duramam.
+Delisin sen... Korkuyorum senden.
-Deli olduğum şimdi farkettiğini sanmıyorum. Ve korkman gereken kısımlara henüz gelmedik. 

Daha önceden hazırda beklettiğim mesajı gönderdim O'na kontör yükleyecek kişiye. Kontör yüklediğine dair bir mesaj aldı. Telefonuna baktı.

+Bu nereden çıktı şimdi... Biri kontör yüklemiş bana.
-Biliyorum.
+Bunu neden yaptın. Kim dedi sana böyle bir şey yapman için.
-Her şeyin bir sebebi var. Biraz sakin olsana sen.
+Nasıl sakin olmamı bekliyorsun. Derse geç kalacağım, ver şunları bana.
-Derse gitmiyorsun ki...

+Karmaşık konuşmanı sevmiyorum biliyorsun. Doğru dürüst konuş benimle.
-Kendini bana bırak olur mu?
+Oldu canım başka bir isteğin?
-Daha çok olacak ve istersen ilkiyle başlayalım ne dersin?
+Neymiş o?
-Sizinkileri ara ve bugün bir arkadaşında kalacağını söyle.
+Arayamam kon... dur bir saniye bunun için miydi? Neden öyle söyleyecekmişim? Bir yere gitmiyorum ben.
-Şu anda bana ne kadar kızarsan kız, bana güvendiğini biliyorum.
+Ama bu bunu yapmayacağım gerçeğini değiştirmez.

-Yapma ama her şey hazır. Şu an yanındayım. Karşında... Neden anı yaşamak varken, zorlaştırıyorsun her şeyi...
+Bunlar senin başına gelse sen farklı bir şey yapmazdın.
-Orasını karıştırma şimdi.
+Ne oldu hıı, ne oldu?
-Ama yapma böyle ne olur.
+Gerekirse ararım, şimdi aramaya gerek yok.
-O halde başlayalım.
+Neye başlıyoruz?

Ceketimin iç tarafından bir dal mavi krizantem çiçeği çıkarttım ve O'na uzattım. Şaşkın bir halde aldı ve kokladı. Çok güzel koktuğunu söyledi ve koluma girmesi için yanına geçtim. İsteksiz olsa da ısrarlarıma karşı koyamadı. Kiraladığım aracın yanına geldiğimizde direkt nereye gideceğimizi sordu.



-Soru sormak yok. Sadece bana eşlik et. Mutlu olmazsan ne istersen yaparım.
+Ben hala korkuyorum.
-Hadi ama burada seninle güzel vakit geçirmek için varım. Kötü ne olabilir ki?
+Bilmiyorum.
-Atla hadi.
Sessizliğinden dolayı endişeliydim, hala şaşkın mıydı yoksa korkuyor muydu ya da benim gibi heyecandan dolayı mıydı emin değildim. Ne zaman geldiğimi, nerede kaldığımı, gerçekten ne için geldiğimi sordu. Normal bir şekilde iletişim kurmaya başlamıştık artık.

+Nereye gidiyoruz şu anda?
-En çok sevdiğin şeylerden birini yapmaya.
+Ney ki o?
-Alışveriş desem?
+Ne alacağız ki?
Alışveriş merkezine gelmiştik. Yemek malzemeleri, film
abur cuburları, kıyafetler ve bir adet kırmızı şarap alıp çıkmıştık. Tabi ki bu süreç yazdığım kadar kısa sürmedi. Alışveriş ve kadınlar işte...

+Beni kandırıyorsun resmen.
-Bunu inkar etmiyorum. Evet, seni kandırıyorum. 
+Onu anladık da ben niye buna karşı koyamıyorum? 
-Bunun cevabını sen biliyorsun, ben ancak tahmin edebilirim.

Sıradaki durağımızda film almak için durduk. İstediği filmi alabileceğini söyledim. Ve beni şaşırtarak korsan film olup olmadığını ve yeni filmler arasında neler olduğunu sordu adama. Bilgisayarın başına geçtiler ve bildiğiniz 5 liraya bir DVD dolusu film aldı.

-Az değilmişsin sende...
+Ne var be film al dedin aldık işte.
-Sadece ben böyle hayal etmemiştim.
+İşte sende bunu sevmiyorum. Her şey planlı programlı olsun istiyorsun. O zaman tadı olmaz ki... Bazı şeyleri akışına bırakman seni daha fazla mutlu edebilir.
-Sanırım haklısın.
+Daha bitmedi mi gideceğimiz yerler?-Henüz değil.

Hediyelik eşya satan minik ve güzel bir yere geldik. Daha önceden araştırmıştım. Farklı dilek feneri modelleri vardı. O çoktan dükkandaki ürünlere dalmıştı.

+Buraya sadece bir dilek feneri almak için mi geldik. 
-Evet ne var ki...
+Ne bileyim belki hediye falan alacaksın diye düşünmüştüm.
- Hediye diyorsan şimdi kuyumcuya gidiyoruz. Sana tektaş bakacağız.
+Saçmalama ne tektaşı?
-Öptüm ya seni artık evlenmek zorundayız.
+ Ha ha ha çok komik.
-Şakaydı yahu hemen ciddiye alıyorsun.
+Bir daha şaka yapma sen tamam mı?
-Tamam!

Kızınca ne kadar tatlı oluyor anlatamam size. Bilgisayar başında bunu susarak gösterse de yanında iken kızınca minik bakışlar, elleriyle kıvırmalar, vurmaya çalışmalar... Yanında olmak apayrı bir duygu. Birlikte henüz yeni vakit geçirmeye başlamıştık fakat iyi ki bunu yapmışım diyordum şimdiden.
Tatlı bir yorgunlukla eve gelmiştik artık. Önce O'nu eve getirdim. Işıkları açtık ve salona oturdu. Ardından ben bagajdan aldıklarımızı getirmek için dışarı çıktım. Tek seferde taşımam mümkün olmayacaktı. Üç sefer gidip gelerek ancak bitirebildim. 

-Vallahi çok yoruldum. Ve deli gibi açım şu anda. Güzel yemekler yapsan iyi olur hanımefendi.
+Bende yoruldum. Hiiiiçç yerimden kalkasım yok. Sen yapsana yemeği. Hep anlatırsın iyi yemek yaparım diye.
-Yaparım yapmasına ama senin ellerinden yemek istiyorum. Yoksa yemek yapmayı bilmiyor musun? Bana hiç yemek yapmayacağını düşündüğünden bol keseden salladın değil mi?
+Hayır ne alakası var çok güzel yemek yaparım. Sadece yoruldum.
-İspatla.
+Tamam bekle!

İşte yine kızmıştı. Sanırım O'nu harekete geçirmenin tek yolu kızdırmak. Birde suratını ekşitmese ah!

O yemeği hazırlarken bende yemek masasını hazırladım. Mumlar, tabaklar, şarap... Son iki şey kalmıştı. Birincisi yemekti. İkincisi ise kıyafetler. Alırken çok soru sormuştu fakat şimdi cevabını alacaktı.

+Yemekler hazır artık baş....
-Başlayamayız.
+O nedenmiş.
-Kıyafetlerimiz uygun değil ki.
+Ha bunun için aldık yani onları...
-Sana desem ki gel yemeğe gidelim. Sen kabul etmeyecektin. Bende seni yemeğe getirdim.
+Çok zekisin sen. Ve bu hoşuma gidiyor.
-Karşı koymaya çalışmayacağını biliyordum.
+Ama çabuk şımarıyorsun onu ne yapacağız?

Evet O'nun yanında çocuklaşıyordum biraz. Gülümsemelerime engel olamıyordum. O'nun için yaptığım her şeye değerdi...

Nihayet hazırdık. O'nunla birlikte yiyeceğim ilk yemek... Oldukça güzel olmuştu. Zaten güzeldi tabi de böyle hiç görmemiştim O'nu...

Yemek boyunca oldukça güzel sohbet ettik. Yemeklerini beğenmemiş gibi davrandım. Sürekli kızdırdım. Napayım O'da böyle seviyor... Masayı topladık ve mutfakta bir yığın bulaşık oluşturmuştuk.

+O bulaşıklara elimi bile sürmem haberin olsun.
-Tamam ben hallederim sonra merak etme.
+Haydi film izleyelim.
-Bakıyorum benden heveslisin.
+Sinema da kaçırmıştım ve üzülmüştüm, o yüzden.
-Peki bakalım izleyelim.

Filmin ne olduğu aslında çokta önemli değildi benim için.
Yan yana oturacak olmamız ve aynı yöne bakıp, aynı duyguları hissedip aynı heyecanı paylaşacaktık. Film ilerledikçe yakınlaşıyorduk. Arada O'nu izliyordum. O'da beni izliyordu ve farketmediğimi sanıyordu. Aynı anda birbirimize bakana kadar böyle sürmüştü. Göz göze geldiğimizde utanmıştık. Fırsatı değerlendirme isteğimi iki saniyede suya düşürmüştü bile. O bir kere olur!
Filmin sonunda sümüklü ve gözleri dolmuş iki kişi olarak çok tatlıydık.

+Bak işte aşık olunca böyle oluyor. Bu yüzden istemiyorum.
-Ama bu film, biz ağlayalım diye böyle yapıyorlar.
+Hayır hiçte bile. Tam olarak böyle.

Eli çok sağlamdı. Bak işte her şey yolunda diyemiyordum. Filmde de her şey güzel başlamış ama öyle bitmemişti. Biraz daha bulaşık çıkarmıştık abur cuburlar sayesinde.

Sıra dilek fenerine gelmişti. Terasa çıktık ve birer dilek ile beraber karanlığa bir dilek feneri gönderdik. Benim dileğim O'ydu. O'nun ki neydi tahmin etmek gerçekten çok zor...
Yorgunluk ve içtiğimiz şarabın etkisiyle uyuşmuştuk artık. Uyumanın zamanı gelmişti. Fakat henüz ailesine haber vermemişti. Üzerlerimizi değiştirirken aramasını istemiştim. Döndüğümde üzerini değiştirmişti ve büyük bir sorunla baş başaydık.

Nerede uyuyacaktık. Sen orada ben burada kavgasından o galip çıktı. O yatakta ben kanepe de yatacaktım. Bir yastık ve battaniye alıp salonun yolunu tuttum. Işığı kapatmak istediğimde izin vermedi, açık kalmasını istedi. Kapıyı da kapattırmadı. Uyurken korkuyordu sanırım. Kapıyı aralık bırakarak çıktım. Aralıktan O'nu görebiliyordum. Kanepe olabildiğince can sıkıcıydı bir türlü rahat edemedim. Sağa sola kıvışlayıp durdum. İlerleyen dakikalarda tam uykuya dalacak gibiyken omzumda bir dokunuş hissettim.

+Orada bana da yer var mı?
-Hiç rahat değil söyleyim.
+Farketmez, yanımda ol yeter.
-Sığacak mıyız dersin.
+Sığmalıyız.


Az önce rahat olmadığını söylediğim kanepe birden kuş tüyü rahatlıgı vermeye başlamıştı. Bunu O'na ben teklif etsem beni dışarda yatırırdı kesin. Benden önce uyumuştu ve uyumadan önce hatırladığım son şey O'nu güzel yüzüydü.

Güneş ışıkları yüzüme vuruyordu, kokusunu alarak uyanmıştım ama yanımda O'nu görememiştim. Yastıktan geliyordu kokusu... Yavaşça doğrulup yalpalayarak Mutfağa doğru gittim. Benden önce kalkıp kahvaltıyı hazırlamaya gitmişti büyük ihtimalle. Orada yoktu. Belki rahat edemedi ve yatak odasına gitmişti. Orada da yoktu. Belki duş almak istemişti. Belki... Belki...

Gitmişti. Masanın üzerinde üç kelimelik bir not buldum. "Gitmem gerekiyor, üzgünüm." Telefona elimi uzattığımda mesajlar kısmında hazır yazılmış bir mesaja karşılaşmıştım. "Lütfen bunu yapma." Aradığımda telefonu kapalıydı. Üzerimi değiştirip dışarı çıkmıştım. Arabanın anahtarını cebimden çıkartmak için elimi soktuğumda bir notla daha karşılaştım. "Gelme." Arabanın sileceklerinde bir tane daha. "Hiçbir şey değişmeyecek." Arabaya binsem bile nereye gideceğimi bilmiyordum. Ama yine de arabayı Çalıştırdım. O sırada telefonum çaldı.

+Beni bu kadar çok mu seviyorsun?
-Sen neredesin? Nereye gittin beni bırakıp.
+Hiçbir yere gitmedim. Şimdi arabayı durdur, arabadan in ve tekrar eve gel.
-Ne diyorsun sen hiçbir şey anlamadım.
+Ben şu anda evdeyim.
-Nasıl evdesin?

Arabanın camından eve baktığımda pencerede O'nu gördüm. Arabayı durdurdum ve arabadan indim. Neler olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Kapıyı çaldım ve açtı. Birden boynuma sarıldı.

+Nasıl oluyormuş?
-Ne nasıl oluyor?
+Birinin arkasından planlar yapıp O'nu korkutmak.
-Sen neredeydin ben seni nasıl görmedim?
+Perdenin arkasındaydım ve senin O halini görmek istedim.
-Ha ha ha çok komikti değil mi?
+Küçücük dolabın içine bile baktın gerçekten komikti
-Orayı karıştırma ne yaptığımı bilmiyordum.
+Gel buraya seni gidi şapşal.

Sabah benden önce uyanmış ve bunları düşünmüştü. Ayakkabıları ve giysilerini saklamıştı. Notları yazıp, yanağımdan öperek beni uyandırmaya çalışmış. Ama uyanmamışım. Kendiliğimden uyanana kadar beklemiş. Ve keyifle şapşallıklarımı izlemiş. Hiçbir notu beni durdurmaya yetmemiş, arabaya atlayıp peşinden gitmek istemiştim. O'na göre gerçekten seviyormuşum O'nu.

+İşte şimdi başladık.
-Neye başladık?
+Bu ilişkiye
-İşte burada yanılıyorsun.
+Hadi canım niyeymiş? İstemiyor musun artık?
-İstiyorum tabi ki fakat şimdi değil daha önce başladı. Seni öptüğüm an. Artık benimdin.
+Hiçte bile.
-Öyle olmasa şu an burada olmazdın.

Susmuştu. Sıra artık bendeydi O'na karşı elim oldukça sağlamdı. 

-Ama kalbimi acıttın az önce.
+Üzgünüm böyle hissetmeni istemezdim.
-Sana ceza bulaşıkları yıkıyorsun ve güzel bir kahvaltı hazırlıyorsun.
+Beraber bulaşıkları yıkayıp, beraber kahvaltı hazırlasak?
-İşte seni bu yüzden seviyorum.
+Bende seni bu yüzden seviyorum.

Benim Adım Ne?

Her zamanki gibi ikinci ertelenen alarm sonunda uyanmıştım. Çift kişilik yatakta tek yatmanın en kötü yanı yatağı kendinizin toplamasıdır eğer bir erkekseniz. Bazen eliniz yatağın boş tarafına gitmiyor değil. O biraz sıkıntı işte... Biraz dağınık birisiyim. Yalnız olmanın en güzel tarafı bu...



Her insanın bazı eğlenceleri vardır. Mesela ben işe gitmek üzere otobüs durağına gidene kadar değişik şeyler yaparım. Örneğin kaldırım taşları arasında rengi farklı olan taş ile selamlaşırım; o özeldir benim için. Sonra çöp tenekesinin yanında beni bekleyen tekir kediye biraz mama veririm. Bir adı olsun istemedim. İsim vermek bağlandırır.  Büfe önüne bırakılan balya şeklindeki gazetelerin en üstte olanından bir satır okurum. Sonra bir banka oturur sabahın henüz kirlenmemiş temiz havasını solurken insanları izlerim.



Bugün her şey aynı şekilde ilerlerken garip bir şey oldu.



Yine oturmuş etrafı izlerken elinde şemsiye, altında pijama üzerinde kazak olan bir kız gördüm. Mevsim kış olsa anlarım. Sabah olmasına rağmen hava gayet güzel. Üstelik yağmur yağmıyor ki... Kız bir eliyle şemsiyeyi tutuyor diğer eliyle de sanki yanındaki birinin elini tutuyormuş gibi havada bekletiyordu. Önümden geçti ve kendi kendine konuştuğunu farkettim. "Kulaklık vardır heralde kulağında dedim." Ama o olağan dışı durum beni kendine çekti. Takibe koyuldum.


Kulaklarına bakmaya çalışıyordum fakat uzun saçları kulaklarını kapatmıştı. Kulaklık olup olmaması beni ne ilgilendirirdi ki... İçimde bir ön yargı vardı... "Bu kız deli..." Doğru olmadığını kendime ispatlama çabası işte... Saate baktım. On dakikam daha var... 

Nereye gidiyor bu kız bilmiyorum ama hala kulaklarını göremedim.
Kabloda gözükmüyor... Hali pek iyi değil... Kendine bakmadığı ortada. Bir simitçiden iki simit aldı. Dakikalardır yaptığı en doğru davranıştı belki de... Çok severim, bende aldım.



Deniz kenarına doğru giden yola saptı. Benim için burası bir dönüm noktasıydı. Geri döndüm mecbur. Durağa doğru attığım her bir adımda aklımı kurcalayan sorularla uğraşıyordum. Dakikalar içinde iş sadece bir kulaklık olmaktan çıkmıştı. Bu kız ne yapıyordu?



İnsanın içine böyle hisler kolay doğmaz. Geri adım atmış, vazgeçmişken peşinden gitmek istedim. Aradan 3 dk geçmişti ama tahminim doğruysa deniz kenarına gidiyordu; yakalayabilirdim O'nu...



Bir dakika sonra görüş alanıma girdi. Yanından geçen herkes O'na bakıyordu. Bu farklılığı farkeden tek ben değilmişim demek ki...



Deniz kenarında yakaladım O'nu. Yakınındaki bir banka oturdum ve kalan simidimi yemeye başladım. Kız simitleri 4 parçaya ayırdı. İkisini bir tarafa ikisini bir tarafa koydu. Sonra bana döndü ve bir şeyler söyledi...


Gözlerimin içine bakarak söylemedi sanki... Bana söylediğinden eminde değilim. Sonra simidi ısırmaya başladı. Birinci parçayı bitirdi ve ardından ikinci parçayı alıp ayağa kalktı. Denize doğru yürümeye başladı. Bir parça koparıp martılara attı.Ardından bir daha.Ve sonra yüreğimi kaldıran o hareketi yaptı...



Ağlıyordu... Trabzanları aştı ve diğer tarafına geçti. Hızla ayağa kalkıp koşmaya başladım. Ellerini trabzandan bıraktı. Hafif eğilmişken belinden yakaladım...

Heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibiyken: "Deli misin sen? Ne yapıyorsun?" diye ağzımdan kelimeler dökülmeye başlamıştı. Hala ağlıyordu. Çekip diğer tarafa geçirdim zorlanarak. Sonra yüz yüze geldik...

Göz altları morarmış, gözleri kızarmış, dudağının rengi çok koyu tonlarında kırmızı... Ruj sürmüş gibi... Tel tel saçları yüzünü kapatıyordu. İstemsizce saçlarını kulağının ardına götürdüm. Ardından bana sarıldı ve "Geleceğini biliyordum." dedi.

"Aldık başımıza belayı" demeye kalmadan beni öptü. Olanlar benim hayatım için oldukça hızlı gelişiyordu. Son 30 saniye içinde olanları hayatımın geri kalanında yaşadıklarımla bir tutabilirdim. Ve o an çok utandığım bir hareket yaptım. 

Onun yerinde ben ve benim yerimde o olsa attığım tokadın bir anlamı olabilirdi belki. Neyi neden yaptığımı bilmeden ona sertte olmasa vurmuştum. Tamam hadi sert olsun ama isteyerek değildi. Her şey hızlı gelişiyordu... Yere kapaklandı ve sonra duraksadı. 




Yürüyemeyecek kadar bitkin haldeydi. Bir süre sessizce ona omuz vererek geldiğimiz yolu tekrar dönüyorduk. Ama iyice halsiz düşünce kucağıma almak zorunda kaldım. Çok konuşmadık. Sadece evini tarif ediyordu. Yine istemsizce bir soru çıktı ağzımdan. "Uyurgezer misin?"



Cevap vermedi bir süre... Sonra "evet" dedi. Ardından "iyi ki hayatımdasın" dedi. "Hayır, ben senin hayatında değilim, sadece sana yardımcı oluyorum. Ve mümkünse bir daha görüşmek istemiyorum." dedim.


Demez olaydım, kalan son gücüyle benden kurtulmak için çırpındı. Bir anda sokak ortasında zorla bir kızı bir yere götürmeye çalışan biri imajına büründüm. Ne yapmaya çalışıyordu anlamıyordum. Vurmaya başladı bana. "Yine gideceksin, yine gideceksin. Hep gidiyorsun. Bunu bana yapamazsın!"

"Yere bırak, hiç karşılaşmamış gibi uzaklaş" evet iç sesim bunu diyordu. Ama ben ne yaptım...

O'na O'nun dilinden konuşup, O'nun gibi davranacaktım. Yüzündeki kızarıklık daha belirgin hale geliyordu. Keşke O'na vurmasaydım. Neyse, yapacak bir şey yok geçti artık. "Yürüyebilecek misin?" dedim. Evet dedi.

Biraz destek olarak evine kadar gelmiştik. Bizim apartmana benzeyen ve yakın bir apartmana girdik. Sanki daha önce bir arkadaşıma gelmiştim. "Hatırlıyor musun buraya ilk geldiğimizde istememiştin işe uzak diye ama manzarayı gördüğünde kalakalmıştın?" dedi. Sanki bunu daha önce de duymuştum. Ama anımsayamadım. "Evet canım manzarası harika." dedim. Kapısının üzerine "Burası senin evin anahtar her zaman ki yerinde." notu yazmış. Nasıl bir deliye rastladım Allah'ım diye içimden geçirirken kapıyı benim açmamı istedi. "Anahtar nerede." dedim. "Onu sen benden daha iyi bilirsin hayatım." dedi gülümseyerek... Sabret, az kaldı diye içimden geçirirken, hatırlayamıyorum bana yardımcı olur musun canım?" dedim. "Kımıldama" dedi. Bana doğru yöneldi ve elini arka cebime soktu. "Hey o benim anahtarım. Orada olduğunu nereden biliyorsun." dedim. Anahtarı bana geri verdi. "Kapıyı açar mısın?" dedi gülümseyerek. Gönlü olsun diye anahtarı kilide soktum ve çevirmeyi denedim. Ve kapı açıldı...

Beni içeri itti ve kapıyı kilitledi. "Sen ne yapıyorsun!" demeye kalmadan bir iğne batırdı bacağıma."

...

Uyandığımda sabah özenle düzenlediğim yatağımdaydım ve karşımda dolmuş gözlerini bana doğru yöneltmiş garip görünümlü bir kızla uyandım. Komodinin çekmecesini çıkartıp bana bir deste fotoğraf gösterdi. Her fotoğrafın arkasında bir not yazıyordu.

1. Fotoğraf: "Senin adın ne?"

2. Fotoğraf: "Bu fotoğrafı nerede çekindik?"

3. Fotoğraf: "En sevdiğin renk ne?"

4. Fotoğraf: "Boynundaki bu yara nasıl oldu?"

5. Fotoğraf: "Yanındaki bu insanlar kim?"

...



Hiçbirinin cevabını bilmiyordum. Karşımda üzerindeki o garip kıyafetlerini çıkarttı ve yatağa oturdu. Artık anımsıyordum.

Anlatmaya başladı.


"Ben senin sevgilinim." Seninle beni kurtardığın deniz kenarında tanıştık 3 yıl önce. Bu kazak senin en sevdiğin kazak ben sana aldım. Bu şemsiyeyi sen bana almıştın. Martılara simit atmaya bayılırsın. Yüzümdeki bu morluklar senin eserin fakat seni seviyorum hala. Senin adın Mehmet. Bu fotoğrafı İzmir'de ilk tatilimizde çekindik. En sevdiğin renk pijamamın rengi olan deniz mavisi. Boynundaki bu yara geçirdiğimiz araba kazasında oldu. Yanındaki bu insanlar ailen-di. Kazadan sonraki yaşadığın değişime tahammül edemeyip seni hastaneye yatırdılar. Ben seni oradan kaçırdım.

Hatırlıyor musun?

Hatırlıyordum. Hepsini, her şeyi...

Benim adım ne?

İşte can alıcı soru... Hatırlayamıyorum... Hatırlayamıyorum....

Sorun değil. Hatırlayamadığını biliyorum. Bundan önceki bir yıl boyunca hatırlayamadın. Ama ben yanındayım ve seni seviyorum. Şimdi biraz uyu. Uyandığında yanında olacağım yine.

Dudaklarımdan öptü ve gözlerimden bir damla yaş aktı. Yanıma uzandı. Gözlerim kapandı.