SAÇLARINIZA DOKUNABİLİR MİYİM?

İneceğim yere birkaç durak kala kulağımdan kulaklığı çıkarıp cebime koydum. İster istemez gözlerimle de onayladım pencereden dışarı bakarak ineceğim yeri. Alışkanlık mı dersiniz yoksa size de oluyor mu bilmiyorum. Bazen yolculuk ederken dışarıdaki insanları gözden kaybolana kadar takip ederim gözlerimle. Kafamda birbirinden farklı hikayeler oluşur.

Bir durak kala yine dışarıyı izlerken onu gördüm. Sanki etraf bir anda flulaştı, renkler kayboldu, sadece o rengarenk kaldı. Uzun turuncu saçları, beyaz teni, yeşil gömleği, siyah kotu ve renkli taşlarla süslenmiş topuklu ayakkabısı. Gökkuşağını andıran bu kız oldukça dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Çok sürmeden gözden kayboldu.

İnerken hafif bir kalabalık oluşuyor şehir merkezinde, normalde bir durakta iki dakika bekliyorsa şehir merkezinde beş dakikaya yakın bekliyordu. Acele etmedim sonlara doğru çıkıp turnikelere doğru ilerledim. İzdiham arasında kalmadan sakince ilerlerken yan taraftaki turnikede tramvaya yetişmeye çalışan insanların telaşına denk geldim. Ben çıkarken tam etraf yine flulaştı bir an. Başımı kaldırıp yan taraftan girmeye çalışanlara bakınca yine onu gördüm. Saçları farkedilmeyecek gibi değil ki zaten... Bir an çıkmaktan vazgeçip içeride kalmayı düşünsem de arkamdan gelenlerin varlığı bunu imkansız kılıyordu. İçimden bir ses çık yeniden gir arkasından dese de ona asla yetişemeyeceğimi biliyordum.

Hani bazen normalde yapmayacağınız bir şeyi bir anda düşünüp kararlaştırıp yapmaya başlarsınız. Sonra yüzünüzde şapşal bi gülümseme olur. Kendimi bir umut peşinden giderken buldum. Tekrar bilet basıp ona yaklaşmaya çalıştım. Yakalamam imkansız gibiydi ama araç onu almadan gitmişti çoktan. Bu bir işaret dedim içimden. Ona yaklaşıp kolundan tuttum. Bir ürperti sonrası dönüp bana baktı. Yüzünde anlamsız bir yabancılık bakışı vardı. Kolunu hemen geri çekip "Ne yapıyorsun?" deyiverdi.
Hakikaten napıyordum ki ben. Hayal gücüm içimden fırlayıp bedenimi kontrol etmeye başlamıştı. Donup kaldım ağzımı açamadım bir kaç saniye. Sonra birden ağzımdan

"Saçlarınıza dokunabilir miyim?" diye bir şey cıktı.

Kırk yıl düşünsem böyle güzel bir giriş yapamazdım sanırım. Ne haddine senin tanımadığın birinin saçlarına dokunmak. Ama o az önceki çekingen ve sinirli yüz hatlarını, sevimli ve utangaç bir tebessüme dönüştürmüş halde:


"Anlamadım." dedi.

Devam etmek zorundaydım. Bul mantıklı bir şey dedim kendime.

"Seni ilk burada görmedim, daha önce de görmüştüm."

 Biraz daha meraklı bir hal aldı bakışları.

"Saçlarını uzaktan bile olsa farketmemek mümkün değildi. Aslında bunu sana böyle izah edince saçma olacak, en baştan anlatmalıyım."

 "Zamanım yok, gerek de yok."

 O an içimden bir şeyler kopup gitmek üzereyken yine hayal gücümün etkisi altında:

"Aynı yöne gidiyoruz sanırım, beraber yada karşı karşıya oturarak da konuşabiliriz tramvayda."

"Tramvayda mı konuşacağız?"

O anda mantıklı gelmişti ama böyle sorunca da hakikaten çok saçmalamıştım.

"Sen istersen ağzımızdan tek kelime çıkmadan konuşabiliriz."

 "Deli falan mısın?"

 "Bu kadar erken farketmene şaşırdım. Geçen ay Bakırköyden kaçtım."

 "Belli çok belli."

 "Sen yeter ki fırsat ver açıklamama. Sonrasında ne yapacağın yine sana kalmış." dedim ve tam o sırada sonraki tramvay durağa giriş yaptı. O anda peşinden gitmekten başka çarem kalmadı. Şanslıydı biraz kalabalık arasından sıyrılıp boş bir yer bulabilmişti. Bende hemen yanında durdum. Ne yalan söyleyeyim gözlerimi saçlarından bir an olsun ayıramadım. Onu izlediğimi biliyordu. Rahatsız oluyormuş gibi değil de umursamıyormuş gibiydi. Telefonumu açıp not defterine "Merhaba, ben Mehmet. Sanırım bu şekilde konuşmamızda bir sakınca yoktur?" Telefonu ona uzattığımda telefonu tutmadan okumaya başlamıştı. Okuması bittiğinde gözlerini bana çevirdi ve dudaklarını kıpırdatarak ses çıkartmadan "Sen delisin" dedi. Israrla telefonu uzattım ve sonunda tuttu. Önce biraz düşündü. Sonra bana yine baktı. "Bu nereden aklına geldi." yazdı ve bana uzattı telefonumu.


"Aslında tramvayda konuşma fikrim kötü değildi ama yöntem yanlıştı sadece. Onu biraz değiştirirsek sorun kalmaz diye düşündüm. Ve bu arada çok kabasın. Hala ismini söylemedin."

"Sence de ismimi böyle basitçe öğrenmen garip olmaz mıydı?"

Haklıydı bir yerde ama ona hitap edebileceğim bir ismi olması fena olmazdı. Olayı anlatmaya başladım. Uzun uzun ne yazdığımı merak etmişti. Telefonu ona uzattığımda okuması biraz zaman aldı.

"Kendini boşuna yormuşsun." gibi kısa ve umut kırıcı bir cevapla kesmişti hevesimi.

"Belki dokunamıyorum şu anda saçlarına ama onları görmek bile muazzam bir şey."

Utanmış biraz ve minik bir gülümseme oluşmuştu yüzünde.

"Teşekkür ederim ama seni tanımıyorum ve tanımak için ayıracak zamanımda yok."

İçimden "Neden bütün güzel şeylere ulaşmak bu kadar zor" dedim. Ardından:

"Bu kadar imkansıza sürükleme."

"Elimden bir şey gelmez, her benimle tanışmak isteyene vakit ayırsaydım yaşamaya fırsatım olmazdı."

Eee yani güzel bir kızdı. Konuşmak, tanışmak isteyen çok kişi olmalıydı. Lakin kolay vazgeçmeyecektim.

"Haklısın ve bir yerde verilecek cevap bırakmadın. Ama ben seninle tanışmaktan çok saçlarınla tanışmak istiyorum."

Bunu söyledikten sonra elimi saçlarına uzattım istemsiz ve kendini geri çekti.

"İzin vermiyorum, lütfen benden uzak dur."

Bu sırada karşısındaki yolcu durakta indi. Bende fırsattan istifade oturdum hemen. İşler kötüye gidiyordu ve sert bir kayaya toslamıştım. Bir kaç dakika hiçbir şey yazmadım. Sonra tekrar yazmak istediğimde telefonumun şarjı bitmişti çoktan.

Telefonumu göstererek, şarjının bittiğini izah ettim. Ve bu sırada beni şaşırtarak kendi telefonunu uzattı.

"Seni üzmek istemezdim ama bu konularda kapalı biriyim. Israr etmen yada bir şeyleri izah etmeye çalışman bir şeyi değiştirmeyecek. Bunu anlamalısın."

Hoşuma gitmişti bu yaklaşımı. Lakin bu söylediklerine karşın ne cevap vereceğimi bilmiyordum.

"Benden sana zarar gelmez ki ama?"

"Emin ol böyle söyleyip üzenler yüzünden bu haldeyim."

"Ben onlar gibi olmayacağım."

"Sence bunu da söylememişler midir?"

"Neden bu kadar zorsun?"

"Zor mu? Sadece kırılmış ve bir daha aynı yerden kırılmak istemeyecek kadar yorgunum."

"Belki sen omuzlarımda dinlenirken, saçlarını okşamam yorğunlugunu gidermek için güzel bir yol olabilir."

"Sen söyle bana neden bu kadar inatçısın?"

"Sen neden bu kadar güzelsin?"

"Sen neden bu kadar yılışıksın?"

"Sen neden bu kadar güzel gülüyorsun?"

"Delisin sen!"

"Bunu yeni anladığını sanmıyorum."

Zaman o kadar hızlı geçmişti ki yaklaşık yirmi durak ilerlemiştik. İnmem gerekiyordu ve hala adını bile bilmediğim bu kıza kabul ettirememiştim tanışmayı. Ama son bir şey aklıma gelmişti.

"Pekala, güzel hanımefendi. Benim artık inmem gerekiyor. Bu hoş ama başarısız sohbet için teşekkür ederim."

Cevap vermesine müsaade etmeden yanından kalkıp, kapıya yöneldim. Son bir kez baktım ona. El sallamak isteyip vazgeçtim. Gözleri üzerimdeydi. Sanki bir şeyler söylemek isteyip içinde kalmış gibi. İçimden bir ses arkamdan geleceğini söylese de bu sadece komik bir ihtimaldi. Kapılar kapandı ve onu gözden kaybolana kadar izledim. O kapıdan çıktıktan sonra bana bakmaktan vazgeçmişti.

Kısa ama güzel maceramın ardından tekrar sıkıcı yalnızlığıma dönmüştüm. Aradan geçen saatlerde istemsizce gülümseyerek olanları düşünmüş, yazdığımız konuşmaları okumuştum. Son umudum ise onunda tekrar okumasıydı. Aradan epey zaman geçince umudum kırılmıştı. Elimde telefon gelecek bir mesajı bekliyordum ama artık gözlerim yorulmuştu. Tam uyuyakalacakken bir mesaj geldi.

"Sen ne kadar uyuz bir şeysin ya, cevap yazmama müsaade etmeden kalkıp gittin öylece. Bir de alta numaranı yazmışsın. Tekrar okuyunca fark ettim. Uzun süre yazmamak için direndim ama yazmaya karar verdim. Ben de teşekkür ederim bu garip akşam için. Ama durum böyle. Bu mesajı da bir umut olarak görme lütfen. Sadece akşam için teşekkür etmek istedim."

"Rica ederim adını bilmediğim güzel hanımefendi. Bir şekilde konuşmaya devam etmek için böyle yapmam gerekiyordu. Lütfen kusuruma bakma. O anda aklıma bundan başka bir yol gelmedi."

"Hmmm. Anladım. İyi geceler."

"Bu kadar mı?"

"Ne bekliyordun ayıptır sorması?"

"Kolay olmayacak ama bu hikaye burada bitmedi. Sana da iyi geceler isimsiz hanımefendi."

Beklediğim mesaj gelmesine rağmen hala inatçı ve soğuktu.
Yeni gün daha güzel şeylere gebeydi belki de...

0 Yorum:

Önce Susmamız Gerek







Şöyle bir karşılıklı otursak seninle; tek kelime etmeden saatlerce konuşmuş olurduk. İçimizden geçenler kelimelere dökülse yazması günlerce sürerdi. Kadın, gözlerine bakınca diyorum sözlere gerek kalmıyor diyorum. Sacların bir masal, tenin bir şiir, dudakların bir roman oluverir o anda. Okumayı bilmek gerekmez seni anlamak için; bakmasını bilmek yeter diyorum kadın. Karşılıklı otursak önce diyorum: Yan yana oturmak sonrası için kaçınılmaz olurdu. Gülüşlerimiz birbirlerine ne kadar yakıştığını fark ederdi, ellerimin ufaklığı anlam kazanırdı; aynı büyüklükte olsalar biri diğerinde kaybolmaz; birbirini tamamlamazdı. Fark ederdik. Zamirler, sıfatların dolaylı tümleçler ile bir araya gelmesiyle dahi anlamından değer kaybetmezdi. Yani diyorum ki kadın: sen, ben, biz; eski, yeni, kısa, uzun, büyük, küçük bizim karşımızda sadece birer süs olur ancak. Biz olabilirsek tabi. Önce karşılıklı oturup susmamız gerek. Susmadan birinci çoğul şahıs olma şansımız yok kadın. Susmalıyız, gözlerimize müsaade etmeliyiz biraz. Anlatabiliyor muyum kadın? Bence anlatamıyorum, önce susmamız gerek kadın.

0 Yorum: