KALBİN DURAKLARI






KALBİN DURAKLARI




BİRİNCİ BÖLÜM:





“Yıllar geçiyor,
Yeni insanlarla tanı
şıp
Yeni ayrılıklar ya
şıyorsun.
Mutlu oluyorsun,
Üzülüyorsun,
Hatırlıyorsun,
Unutuyorsun,
De
ğişiyorsun...”




METAMORFOZ


2020 Ankara

         Metamorfoz, bu kelimeyi nereden hatırladığınızı anımsayamıyor olabilirsiniz. Biyoloji dersinde ilgi çekici bir konuydu. Canlıların gelişim süreçlerinde geçirdiği fiziksel ve yapısal değişimi ifade eder. Bu süreç, bir organizmanın hayat döngüsünün belirli bir aşamasında, genellikle larva veya gençlik döneminden yetişkinlik dönemine geçerken gerçekleşir. Metamorfoz sırasında, canlı hem dış görünüş hem de organlarının yapısı açısından önemli değişiklikler yaşar. Bazılarınızda sanatçı Tarkan’ın 2007 albümünden hatırlar. Çok heyecanlıydık bu albümü beklerken ama Tarkan’ın ortaya koymaya çalıştığı değişim pek akılda kalıcı olmamıştı. Şarkı gurmesi olarak görsem de kendimi iki şarkıdan fazla sayamam bu albümden. Metamorfozdan bahsedip de Franz Kafka’nın dönüşüm kitabını es geçmek olmaz. Gregor Samsa’nın rutin hayatının bir sabah bambaşka bir şeye dönüştüğü harika bir romandır. Bir de metaforik olarak metamorfoz vardır. Bir konunun alışılagelmiş durumundan daha iyi bir versiyonuna evirilmeye çalışması gibi. Bu dönüşümler her zaman iyiye doğru olmayabiliyor. Her neyse, neden bu kadar laf kalabalığına girdiğimi beni daha iyi anlamanız için yaptım. Bu roman bir nevi benim günlüğüm olacak. Çünkü yarın yapacağım şeye cesaret edemeyecek benim gibi binlerce, yüz binlerce insan olduğunu zannediyorum. Bu değişime o kadar çok ihtiyacım var ki size anlatamam. İçimde değişip dönüşmeye ihtiyacı olan tutsak bir tırtıl var. Kalbimi kemirip duruyor. Tam beş yıldır büyütüyorum onu. Artık sığmıyor içime. Eğer yazmasaydım çatlayacaktım. İçimin içime sığmayışına, değişip dönüşmek istemesini tek kelimeyle anlatmak istesem metamorfoz olurdu. O yüzden bunca açıklamaya çalıştım bu kelimeyi.

         Affedersiniz, yazma konusunda çok iyi değilim. Size kendimden bahsetmeyi unuttum. Direkt olarak konuya atladım. İsmim Kenan. Soy ismimi de paylaşmamda sakınca yok sanırım. Kenan Karakalpak. Yirmi dokuz yaşındayım. Gazi Üniversitesinde tarih öğretmenliği okudum. Tarihe merakım ilkokul yıllarına kadar uzanıyordu. Adımın bana yüklediği misyonu o yıllarda fark etmiştim. Tarih öğretmenimin üzerime titremesi beni cesaretlendirmesi ve soyumun farkına vardırması bu bölümü seçmemde çok etkili olmuştu. İlk okul yıllarında uzun boylu biri değildim ama liseye başladığımda göze batacak kadar uzamıştım. Keşke sütü bu kadar çok sevmeseydim. Olan oldu. Neyse ki bir seksen yedi de durmayı başarmıştım. Herkes beni basketbol oynamaya teşvik ediyordu ama ben satranca meraklıydım. Tarihe meraklı olup satranca meraklı olmamak mümkün değildi. Bu konuya sonra bir ara tekrar geliriz sanırım. Gözlerimin ne renk olduğundan asla emin olamıyorum. Sürekli değişiyor. Şu an saat gece yarısına çeyrek var ve oda ışığında koyu yeşil gözüküyor. Sabah uyandığımda baktığımda su yeşili oluyor. Öğlen saatlerinde dışarıdaysam ela oluyor. Gözlerim bile kaypak. Böyle demek istemezdim ama soy adımla o kadar çok zorbalanınca bende bunu kendime yapar oldum sanırım. Kaypak Kenan derlerdi bana. Bir şeyin doğrusunu öğrenince doğrunun yanında olmaya başlamak, fikir değiştirmek neden bu kadar kötü bir şeymiş gibi düşünülüyor ki? Bu öğrenmenin önündeki en büyük engel değil midir?

         Soyum Orta Asya’dan geliyor olsa da gözlerim çekik değil ama kız kardeşim çekik gözlüdür. Sülalemde esmer olmayan insan yok. Çünkü hep Karakalpak’lı biriyle evlenmişler. Benden de beklentileri bu yönde. Üniversite son sınıfa kadar aklıma yatkın bir meseleydi bu. Türkiye’de öğretmen olmanın zorluğunun farkında olduğumdan Karakalpakistan’a gidip orada öğretmenlik yapıp Türk Tarihi’ni, Karakalpak Tarihi’ni anlatıp satranç öğretecektim öğrencilere. Sonra ne mi oldu? O gün yaşandı. O gün öyle bir yaşandı ki tüm varlığım, ruhumun derinliklerine kadar değişti. Bir insanın bir günde bu kadar değişebileceğine hâlâ inanamıyorum. Siz de ona rastlasanız benim gibi sarsılırdınız muhakkak. Size o günden biraz bahsetmek istiyorum.

         Son sınavlara girmiştim artık mezun olacaktım. Sonuçlar henüz açıklanmamıştı ama verdiğim kağıtlardan o kadar emindim ki dört yıl boyunca özenle tuttuğum notlar ve ders kitaplarını erkenden elimden çıkarmak istiyordum. Biliyordum ki birçok arkadaşım mezun olunca aynısını yapacaktı. Biraz erken davranarak garantiye almak istemiştim. Facebook’da okulun öğrenci sayfasına özenle ilan oluşturdum. Son günlerde grup hareketliydi biraz. Bölümü yeni kazanan öğrenciler sayfaya dahil oluyor, birbirleriyle tanışmaya çalışıyorlardı. Biz de geçmiştik bu yollardan. Beş dakika sonra paylaşımımın altına yakın arkadaşım Furkan Bahtiyar yorum yapmıştı: “-Bölüm birincisinin notları- yazmayı unutmuşsun dostum.” Haklıydı iyi bir pazarlama argümanı olabilirdi bu. İçerideki odada ev arkadaşlarım eğleniyordu. Telefonumu şarja takıp yanlarına geçtim. Odamdan salona geçince koku farkı tüm ciğerlerime nüfus etmişti. Birkaç pencere açtım hemen. Elime bira tutuşturdular. Şaraptan ya da votkadan iyidir deyip kabullendim. Kaypaklık yapmamayı öğrenmiştim yirmi dört yaşımda. Aykırı olmak, farklı olduğunu belli etmemek gerekiyordu. Bir şekilde koşmak zorundasın, çünkü devrilen atı vururlar. Sağ salim bölümü bitirmiştim. Lisedeki o kavgacı, aykırı, isyankâr yanımı törpülemek zorundaydım. Burası Ankara’ydı. Elime tutuşturulan bira şişesini iyi kullandım. Yavaş yavaş içip, koca geceyi bir tane ile bitirdim. Elimin boş olduğunu görseler kesin bir tane daha tutuştururlardı. Gelen geçen bir şeylerden konuşuyor, heyecanlı olup olmadığımı soruyordu. Ben bu kadar popüler ve tanınır olmak istememiştim. Sadece çalışkandım. Eğlenmeyi biliyordum. Çok kitap okuyordum belki ama nerede bir aktivite varsa orada da vardım. Bunu suiistimal etmek isteyen insanlar da çok oldu ama pabuç bırakmadım. Yeterince eşlik edince odama geri döndüm. Kapıyı açınca sarmaş dolaş Ahmet ile adını bilmediğim bir kız ateşli anlar yaşıyordu. Kapının açılmasını umursamadan devam etmeleri beni cesaretlendirdi ve odaya girip telefonumu alıp çıktım. “Ahmet benim odamdaysa ben de Ahmet’in odasına gideyim.” diye düşündüm. Fakat orada da benzer manzara vardı. Görkem büyük ihtimalle Ahmet’in odayı işgal ettiği için Ahmet benim odama geçmek zorunda kalmıştı. Görkem okuldan değildi. Hatta ev arkadaşımız bile değildi. Ankara’da yaşayan öğrencilere maddi manevi yardımcı olmaya çalışan hergelenin tekiydi. İyiydi ama kızlara çok düşkündü. Bizim evi de kız düşürmek için kullanıyordu. Sabit bir odası yoktu. Mutfak balkonu kalmıştı tek boş yer olarak. Biraz önce kenara koyduğum boş bira şişesini tekrar alıp musluktan su doldurup balkona geçtim. Bira şişesindeki suyun bir kısmıyla balkondaki çiçekleri suladım. İki dakika sonra Selin elinde iki bira şişesiyle balkona gelmişti. Bana elindekini uzatmak istedi ama elimde şişe olduğunu görünce vazgeçmişti. Sessizce yanıma oturdu. Sarhoş olduğu belliydi. İki şişeyi de bırakmamıştı. Bir diğerinden içiyordu bir diğerinden. Bense çaktırmadan su içmeye devam ediyordum. Başını omzuma yasladı. Arkadaşça bir yakınlaşma diye düşünmüştüm. Selin öyle düşünmüyordu ve sarhoştu. Bu kadar sarhoş olmasa balkonda bile olsa onu öperdim ve sonrasını düşünmezdim. Sabah uyandığında pişman olma ihtimali yüzünden onu kırmadan reddettim. İçeriden ona seslendiklerini söyleyip içeri gönderdim. Telefonuma gelen bildirimlere bakıyordum. Mesaj kutumda mesajlar vardı. Üşümüştüm biraz. Biranın etkisi geçmişti. Ahmet artık odamı boşaltmıştır diye umup ağır ağır odama doğru giderken salonda Ahmet’i gördüm. İçim rahatlamıştı. Kapıyı yine de sakince açtım. Görkem oda değiştirmiş ve az önce içeri gönderdiğim Selin’i kollarına almıştı. Kapıyı geri kapatıp bir daha kapı açmamak için balkondan bir çiçek kopartıp alt kata indim. Sınıftan Begüm’ün kaldığı öğrenci eviydi. Kızlar vardı evde ama daha önce de gelmiştim benzer sebeplerden. Begüm’le tek kelime konuşmadan anlaşmıştık. Elimden çiçeği alıp beni içeri davet edip iki kahve yaptı. Havadan sudan konuştuk. Konuşma tıkandığında bana battaniye getirdi. “Eğer üşürsen odama gel başka şeyler veririm.” demişti. Sarhoş değildim. Az önce duyduğum şeyi neden oturtamıyordum ki? Bu bir davet miydi yoksa tamamen iyi niyet göstergesi miydi? Kafamı kanepenin yastığına koyar koymaz uyumuştum. Gözlerini kız evinde açmanın en güzel yanı sabah kahvaltısı kokusuydu. Garip bir durumdu. Beş kişilik masada üç kızla beraber kahvaltı yapıyordum. Eminim ben yokken bu kadar sessiz değillerdi. Yine de durumumu açıklayıp özür diledim. Bazılarını gece uyutmamıştık. Öfkeliydiler. Çünkü sınav zamanıydı. Diğer yandan da onlarda öğrenciydi. Zamanı gelince onlarda partileyeceklerdi. İçeri girmek için çiçekle gelmiştim ama daha fazla borçlu hissediyordum. Daha sonra küçük bir veda hediyesi olarak küçük bir ev hediyesi alabilirdim. Aldım da merak etmeyin. Telefonumu nihayet tam anlamıyla elime alabilmiştim. Çok fazla bildirim vardı. Çayımı yudumlarken onlara bakıyordum. Bir mesaj dikkatimi çekti. Mavi Kelebek kullanıcısı bütün kitapları ve notları almak istiyordu. İstediğim fiyattan biraz daha fazlasını teklif ederek üstelik. Mesajı yazalı beş saat olmuştu. Anlaştığımızı söyleyen bir mesaj attım. Güvenemedim tam ama en fazla ne olabilirdi ki? Okul kütüphanesini buluşma noktası kabul ettik. Üst kata çıkıp duş alıp üzerimi değişip hali hazırdaki kitapları alıp kütüphaneye gidecektim. Evin kapısını açar açmaz gelen o ağır koku beni boğmuştu. Her yer her yerdeydi. Odam boş olmayabilirdi. Ne olursa olsun mecburdum. Kimse kusura bakmayacaktı. Odam boştu neyse ki. Pencereyi açıp yastık ve yorgan yüzünü değiştirdim hemen. Pislik herif kül tablası olarak pencere kenarındaki çiçeğimi kullanmıştı. Parke üstündeki çiçeği pencere önüne koydum tekrar. İki dakika sonra Görkem yarı çıplak halde duştan çıkıp gelmişti.

GÖRKEM — Kusura bakmıyorsun değil mi?        
KENAN — İlk defa oluyormuş gibi davranman çok komik.
GÖRKEM — Benim değil ama birçoğunun ilki oldu.  
 
KENAN — Birçoğu derken tam rakam verebiliyor musun?
GÖRKEM — Dör.. Beş sanırım. Yok dört dört. Kafam çok güzel Keno. Yorma beni.
  
KENAN — Seni yoran yormuş. Korundun mu bari?

         Görkem kenarda duran boş kutuyu gösterdi. En azından korunmayı biliyordu. Sevişmeyen bir adam değilim ama bu kadar duygusuz ve rastgele olması midemi bulandırıyordu. Odayı temizleyip kıyafetlerimi hazırlayıp duşa girdim. Döndüğümde Görkem yoktu. Ne kadar ciğeri beş para etmez biri olsa da işini hiç aksattığını görmemiştim.

         İçimde farklı bir heyecan vardı. Dinlene dinlene dört poşeti kütüphaneye kadar taşımıştım. Alacak kişi yurtlarda kalıyordu büyük ihtimalle. O yüzden yakın olan kütüphaneyi tercih etmişti. Kız mıydı erkek miydi onu bile bilmiyordum. Parayı peşin olarak göndermesi aradaki güven olayını halletmişti. Poşetleri teslim edip mezuniyette giyeceğim kıyafeti alamaya gidecektim. Sağa sola bakıp Mavi Kelebek’in kim olduğunu bulmaya çalışıyordum. Belki burada bile yoktu. Bir masaya oturup mesaj yazmaya başladım. Tam göndere basacakken bir el uzandı ellerime doğru.

MAVİ KELEBEK — Merhaba, ben Hasret. Hasret Bitmez. Kitaplar ve ders notları için konuşmuştuk. Sizi bekliyordum.

         Yerimden kalkmaya çalışırken, bana uzanan eli sağ elimle tutmak üzere uzatıyordum. Başım Hasret’in elinden yüzüne doğru yavaş yavaş kalkıyordu. Kolunda renkli bir dövme vardı. Mavi bir Morpho kelebeği vardı. Beyaz teniyle aşırı uyumluydu. Çiçekli bir elbise vardı üzerinde. Dizlerinin az üzerinde başlıyordu elbise. İnce belinde bir kemer vardı elbiseyi tutması için. Fark edilebilir göğüslerine çarpmamak için boştaki elimle oturduğum sandalyeyi geri çekiyordum. Hâlâ boynundaydım. Gümüş bir kolye parlıyordu. Boynunda bir ben vardı. Onu nasıl fark ettin derseniz bu kadar beyaz bir tende ufacık bir nokta bile ben buradayım derdi. Hasret gülümsüyordu. Eli havada kalmıştı. Tuttum. O hissi hiç unutamıyorum. Eli elimde kaybolmuştu. Daha önce bu kadar ufak bir el tutmamıştım. İnciteceğimden korktum. Dudakları parıldıyordu. Küçük tatlı bir burnu ve onun üzerini süsleyen çilleri vardı. Kestane rengi saçları yukarıdan topuz yapılmıştı. Saçakları yüzüne düşüyordu. Hani şu bahsettiğim o gün vardı ya işte bugündü. Bu andı, bu dakika, bu saniye… Cam gibi parıldayan masmavi kocaman gözler. İnce hilal kaşları. Nihayet sandalyeden kalktığımda biraz önce eşit olan boylarımız arasında yirmi santim oluşmuştu. Benim kalkışımla Hasret’in başını yukarı kaldırışı orantılıydı. Tahminen bir altmış beş boylarındaydı. Küçük, kırmızı bir çanta vardı omzunda.

KENAN — Ben… Ben Kenan Karakalpak. Memnun oldum.
HASRET — Biliyorum, benim aksime senin her şeyin ortadaydı. Yadırgadığımdan demiyorum sakın yanlış anlama. Seninki normal olanı. Karşılaştığım bazı durumlardan sonra anonim takılmaya başladım internette. Affedersin bu arada beni durdurmazsan ben konuşmayı kendi kendime durduramıyorum. Ayrıca oturabilir miyiz boynum tutulacak size bakmaktan.
KENAN — Tabi ki kusura bakmayın. Kimle karşılaşacağımı bilmiyordum.

         Kalbimin ilk duraksadığı yerdi. Atmayı unuttuğu, nefesimi kestiği, kan pompalamaktansa hormon salgılamaya başladığı an. Kalbimin bu duraksamasını belli etmemek için ter döküyordum. Oturana kadar Hasret’in elini bırakmadığımı fark ettim. Utanarak geri çektim elimi. Yüzündeki gülümseme otomatik gibiydi. Yanakları böyle gösteriyordu belki de. Yanağında gamzemsi çizgiler vardı. Gamzemsi diyorum çünkü gamze çukur gibi olur. Hasret’in yanağındakiler çizgiseldi. Kalbimde bir sancı vardı. Atmayı unutmasını bırakmalıydı. Konuşmama engel oluyordu. Ben hayatımda hiç böyle duraksadığımı hatırlamıyordum. Ben konuşmadıkça o konuşmaya devam ediyordu.  

HASRET — İlanınızı görünce çok heyecanlandım. Bölüm birincisiymişsiniz. Tüm ders notlarını düzenli tutmanız çok değerli. Ama anlamadığım nokta bunlara daha sonra ihtiyacınız olmayacak mı?       
KENAN — Hepsi ezberimde olduğu için ihtiyacım olmayacağından emin olabilirsin.   
HASRET — Osmanlı Devleti'nde Lale Devri olarak bilinen dönem, hangi padişah döneminde başlamış ve bu dönemin sona ermesine neden olan Patrona Halil İsyanı sırasında hangi sadrazam görevdeydi?    
KENAN — Lale Devri, Osmanlı Padişahı III. Ahmed döneminde (1703-1730) başlamıştır. Bu dönem, Osmanlı tarihinde sanat, mimari ve eğlence alanında önemli gelişmelerin yaşandığı, özellikle Batı tarzı yeniliklerin denenmeye başlandığı bir süreçtir.

Dönemin sadrazamı ise Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idi. Lale Devri'nin sona ermesine neden olan Patrona Halil İsyanı, 1730 yılında meydana geldi. Bu isyan sırasında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa görevinden alınmış ve idam edilmiştir. Aynı zamanda III. Ahmed tahttan feragat etmek zorunda kalmış ve yerine I. Mahmud geçmiştir.

HASRET — Söz konusu Tarih olunca da seni durdurmak zor gözüküyor.        
KENAN — Neden Lale Devri? Laleleri mi seviyorsun?
HASRET — Tabi ki o sebepten değil. Tarih dersinden almıştım bir yıllık ödevimi. Konu buydu. Şakayık severim ben. Kırmızı. Bu, laleleri güzel bulmadığım anlamına gelmiyor. Sadece tercihen şakayık. Ama kırmızısı. Altını tekrar çiziyorum.   
KENAN — Tekrar ihtiyacım olmayacak bir bilgi için fazla ısrarlı bir betimleme olmadı mı?    
HASRET — Pekâlâ, al gülüm ver gülüm. Poşetleri alıp gideyim en iyisi. Kontrol etmeye gerek duymuyorum. Beni kandıracak halin yoktur. Vaktini aldım sana kitapları taşıttım kusura bakma.   
KENAN — Aslında öyle demek istememiştim. Sen kusura bakma lütfen. Seninle tekrar görüşeceğimizi sanmıyorum. Onu ima etmiştim. Mezun olup gideceğim buradan. 
HASRET — Anladım, sorun değil. Ben artık gideyim. Hoşça kal Kenan.

         O çelimsiz kolları ve küçük elleriyle poşetleri öyle bir kavrayıp bir hışımla kalktı ki hiçbir şey dememe fırsat vermedi. Benim sürükleye sürükleye getirdiğim poşetleri deli inadıyla öyle bir götürdü ki şaşkınlığıma yenik düşmüştüm. Kütüphaneden çıktıktan sonra eminim köşede durup ellerini dinlendirecekti. Peşinden kütüphaneden çıktım. Köşede gözlerim onu aradı. Yoktu. Az ileride durmadan yürüdüğünü gördüm. Canının yanıyor oluşuna o kadar emindim ki. Koşup ardından elinden poşetleri aldım. Gözleri dolmuştu acıdan.

KENAN — Neye bu kadar öfkelendin anlayamadım ve neden bunun acısını ellerinden çıkartıyorsun?

         Güçlü durmaya çalışan Hasret ağlamaya başlamıştı. Kenan’in avucunda Hasret’in kıpkırmızı kesilmiş elleri vardı.

KENAN — Ellerin tam şu an avucumca iken ne kadar da şakayıklara benziyor. Kırmızı bak altını çiziyorum.   

         Hasret gülerek ağlıyordu. Yüzündeki çizgisel oluklardan göz yaşı süzülüyordu. Bence söylediklerim onda bir şey tetiklemişti. Bu kadar orantısız bir tepkinin başka bir açıklaması yoktu. Ellerini öpmek istedim. Yapamadım elbette. Acıdıklarını biliyordum. Öpseydim her şey çok başka olabilirdi. Bilirsiniz hepinize sorulmuştur: “Geçmişte bir ana gitsen neyi değiştirirdin?” diye. Ben onun ellerini öpmek isterdim. Beş yıl önce orada Hasret’in ellerini öpmek isterdim. Şu an bu satırları yazarken gözlerim doldu. Elleri birkaç dakika sonra daha açık bir pembe renge dönünce ellerini bıraktım. Poşetleri yüklendim.     

KENAN — Nereye gidiyoruz?         
HASRET — Bilmiyorum.      

         Ben biliyordum. Hasret Bitmez ile hikayemiz böyle başladı. Aradan beş yıl geçtikten sonra yarın uçakla Karakalpakistan’da yetiştirdiğim bir kucak dolusu şakayıkla Ankara’ya gidiyorum. Kırmızı şakayık.

-DEVAM EDECEK-

Hoşunuza gittiyse, ana gönderiyi beğenmeyi ve daha fazla insana ulaşması için retweetlemeyi, yorum yapmayı ihmal etmeyin.

0 Yorum: