Öpünce Başlar

Bazen ne kadar seversen sev ikna edemezsin karşındakini... Üstelik O'nun da seni sevdiğini bilirsin. İşte bu en acıtıcı nokta olur. Kalbini kırmadan olmayacağını sana kabullendirmeye çalışır seni. Sen inat ettikçe sana karşı kullandığı dil sertleşir. Canını acıtacak şeyler söylemeye başlar. Yetmezse gözlerine hitap etmeye başlar, sürekli başkalarıyla birliktedir... Seninle birlikte olmaya çalışmaktansa seni kendinden soğutmaya çabalar... Ve ne kadar kızsan ve kırılsan bile vazgeçemezsin... Neden diye sormaya bir kere başlamışsan duramazsın. Asla... Yaşanmış bitmiş bir aşktan vazgeçmek kolaydır genelde... Ama hiç başlamamış bir aşk... Hiçte öyle kolay vazgeçilmiyor...

Uzun zamandır düşünüyorum. Konu aşka gelene kadar O'nunla olan konuşmalarımızda bizden iyi kimse yok. Sohbet etmek, tartışmak, birbirimizle şarkı paylaşmak, mesajlaşmak, film önermek, derdimizi paylaşmak ve diğer şeyler... Bunlar birbirine bağlı bir zincir halkası kadar sağlam ve güzel... O'na "Çok güzelsin dediğim" de dahi saatlerce kavga ediyorduk. O'na sarfetmek istediğim daha niceleri varken, içimde susturmaya çalıştığım birçok duygu varken hep azlarıyla yetinmek, hatta söyleyememek...

Dayanılmaz noktaya geldi artık bu durum. Defalarca bir daha görüşmemek için ayrılıp defalarca tekrar bir araya geldik. Yanında olup O'na aşık olmadığımı söylersem kendime, günah olur bu sevdaya... O'na göre arkadaş kalmamızda mani yok... Söz aşka hiç gelmezse sorun olmayacak diyor. Kedinin önüne çiğer koyup dokunursan kuyruğunu keserim demek gibi bir şey bu...

Ama artık yeter dedim. Zaten aynı şehirde yaşamamanın verdiği bir zorluk varken onun bu tavırları işi daha da zorlaştırıyordu. Gerçekten ne hissettiğini, ne yapmak istediğini öğrenmem lazımdı. Bundan sonraki okuyacaklarınız aşkın, gerçekten seven bir adama neler yaptırabileceğine yönelik olacak. Ve bir çoğuna inanamayacaksınız. İnanmayın da bence. Başınıza gelmeyecek çünkü...


Hakkında bilmediğim şey neredeyse yok denecek kadar azdı. Tabi ki bunları anlatıkları ve uzaktan gözlemlerimle edinmiştim. Gerçekten karşılaşınca neler olacak tam bir muammaydı. Evet, internet üzerinden tanıştığın biriyle yüz yüze gelmekten bahsediyorum. Her ne kadar telefonda görüşsen, Skype de görüşsen de yüz yüze gelmek gibi olamaz...


Bizim eğer bir geleceğimiz olacaksa bu görüşmeye bağlıydı tamamen. O yüzden detaylar, alternatifler, fikirler, planlar önceden aşağı yukarı belli olmalıydı. Ona kalsa anı yaşayalım derdi ama "ne yapmak istersin?" diye sorsam "Bilmem ki..." der kesin. 


Öncelikle yabancı olduğum şehirde kalacak yer sorunumu çözmem gerekiyordu. Ve ilk arayacağım kişi belliydi. Telefon görüşmesini "Çok ses çıkartmayın! Ben yurt dışında olacağım." deyişi ile bitirmiştik. Bana takılmasa olmazdı zaten.


İki gün sonra artık O'nun şehrindeydim. Vizelerimiz bitmiş görüşmemize engel olabilecek bir sebep yoktu. Arkadaşımın tek başına yaşadığı ev çok güzeldi. Küçük ama sıcacık. Biraz dinlenmenin ardından etrafı keşfetmeye çıktım. Bana bir alışveriş merkezi, bir film satan yer, çiçekçi, bir hediyelik eşya dükkanı, bir araba kiralama yeri ve bir kontör yükleme yeri lazım.


Listemdeki işleri halledip bir işleyiş planı hazırladım. O'na ben oraya geliyorum dersem istemez, seninle görüşmem derdi. O yüzden biraz emrivaki yapmam gerekiyordu. Bu sırada "Bunları neden yapıyorsun?" diye sordum kendime... Cevabı basitti aslında... "Sadece aşığım..."

Ama büyük bir sorunum vardı... O'nu ikna etmek. Hazırladığım günü yaşamak için ikna olması lazımdı. Bunu kelimelerle yapmam son derece zordu... Ben daha önce bir ilişki yaşamamış olsam da o yaşamıştı... Ama kesin olarak bildiğim bir şey de vardı ki hiçbir sevgilisi O'nu öpmemişti. Göstereceği bütün tepkileri göze alıp, belki de konuşarak ikna etmek mümkün olmasına rağmen, karşılaştığımızda O'nu öperek ikna etme fikrinde karar kılmıştım.

Aslında sorunlar henüz bitmemişti. Ben daha önce hiç kimseyi öpmedim ki... Farkettirmeden nasıl yaklaşacağım, nasıl bir hamleyle O'nu öpeceğim... Gerçekten zor sorulardı. Ve bir kez başarısız olunca her şey berbat olabilirdi... Filmlerden bu konuda yardım alabilirdim.

Bu akşam hayatımın en heyecanlı anlarını yaşayacağım. Neden akşam sorusunun cevabı ikinci öğretim öğrencisi olması ve derse gelirken O'nun karşısına çıkacak olmam. Kafamda kurduğum şeyleri gerçekleştirmek hiç kolay olmayacak kesinlikle...

Metrodan indiği andan itibaren her an başlayabilirdim fakat O'nun attığı her bir adımda sanki biraz daha imkansızlaşıyordu. Hiçte gözüktüğü kadar kolay bir şey değil... Kalbim yerinden çıktı bile çoktan, benden önce hareket ediyor...

Deli cesareti gelmişti artık. Hızlı adımlarla O'na yaklaşmaya başladım. Göründüğünden daha zarif ve alımlıydı. Saçlarının yürürken dalgalanması, yaklaştıkça daha önce hiç almadığım kokusunun gelmesi biraz daha cesaretlendiriyordu. Bir adım kala ismini söyledim, yürüme hızı düştü, başını bana doğru çevirdi, durdu, tamamen bana döndüğünde aramızda neredeyse mesafe kalmamıştı. Elleri doluydu, ağzından
ismim çıkmıştı ve artık O'nu öpebilirdim. Gözlerimiz yavaşça kapanırken nefesinin sıcaklığını hissedebiliyordum. Ellerimin arasındaydı artık yüzü; ellerindekilerin yere düşüş sesi, etrafımızdaki insanların sesleri, arabaların sesleri ve ikimize ait ilk öpüşün sesi... Kısacık, sıcak, dolu, tatlı, mahçup, sinirli, utangaç, şaşkın... Sessizliğimiz o kadar sağır ediciydi ki... On saniyedir yan yanaydık fakat sanki saatlerdir bu haldeyiz gibi... O'nun da elleri artık hareket ediyordu, yüzüme doğru gelen hızlı bir el, gözleri kapanıyor tekrardan ama istediği gibi sonuçlanmıyor; elini yakalıyorum, aşağı indirmeden yüzüme yaklaştırıyorum ve avuç içlerinden öpüp, elini tekrar yanağıma götürüyor ve elimi elinden çekiyorum. Elleri bir süre yanağımda kalıyor. İçinde bana karşı sarfetmek istediği belki milyonlarca kelime var gibiydi. Ama susuyorduk hala. Etrafımızdaki bizi izleyen insanları, bizi alkışladıklarında farkettik. Aramızda bir kaç adım mesafe oluşmuştu artık. Ve artık hikayemizi başlatacak sözcükler dilimden çıkmaya başlamıştı:

-Birbirimize sarılmak için yeterince beklemedik mi sence?
+Sen ne yaptığını zannediyorsun?
-Bilmiyorum. Tek bildiğim şimdi sarılmaz isek bir daha bu anı tekrar yaşayamayacağımız...

Cevap veremiyordu... Hala yaşanılanların şaşkınlığı vardı
üzerinde. O'na doğru yaklaşıp sarılmak istediğimde karşı koymaması içimi rahatlatmaya başlamıştı. Sarılmak gerçekten sihirli bir şey bence... Sarılmak; güvenmek, özlemek, sahiplenmek demek... Etrafımızdaki insanlar dağılmıştı. Yere düşenleri topladım ve ona geri vermedim.

+Sen ne arıyorsun burada? Beni nereden buldun? Sen beni nasıl öpersin? Sen sorunlu birisin! Benden uzak dur!
-Bu kadar mı?
+Bu kadar!
-Seni arıyordum, okula gideceğini düşündüm, istersen bir daha gösterebilirim nasıl öptüğümü... Evet çözümü sende olan bir sorunum var. Ve üzgünüm; senden uzak duramam.
+Delisin sen... Korkuyorum senden.
-Deli olduğum şimdi farkettiğini sanmıyorum. Ve korkman gereken kısımlara henüz gelmedik. 

Daha önceden hazırda beklettiğim mesajı gönderdim O'na kontör yükleyecek kişiye. Kontör yüklediğine dair bir mesaj aldı. Telefonuna baktı.

+Bu nereden çıktı şimdi... Biri kontör yüklemiş bana.
-Biliyorum.
+Bunu neden yaptın. Kim dedi sana böyle bir şey yapman için.
-Her şeyin bir sebebi var. Biraz sakin olsana sen.
+Nasıl sakin olmamı bekliyorsun. Derse geç kalacağım, ver şunları bana.
-Derse gitmiyorsun ki...

+Karmaşık konuşmanı sevmiyorum biliyorsun. Doğru dürüst konuş benimle.
-Kendini bana bırak olur mu?
+Oldu canım başka bir isteğin?
-Daha çok olacak ve istersen ilkiyle başlayalım ne dersin?
+Neymiş o?
-Sizinkileri ara ve bugün bir arkadaşında kalacağını söyle.
+Arayamam kon... dur bir saniye bunun için miydi? Neden öyle söyleyecekmişim? Bir yere gitmiyorum ben.
-Şu anda bana ne kadar kızarsan kız, bana güvendiğini biliyorum.
+Ama bu bunu yapmayacağım gerçeğini değiştirmez.

-Yapma ama her şey hazır. Şu an yanındayım. Karşında... Neden anı yaşamak varken, zorlaştırıyorsun her şeyi...
+Bunlar senin başına gelse sen farklı bir şey yapmazdın.
-Orasını karıştırma şimdi.
+Ne oldu hıı, ne oldu?
-Ama yapma böyle ne olur.
+Gerekirse ararım, şimdi aramaya gerek yok.
-O halde başlayalım.
+Neye başlıyoruz?

Ceketimin iç tarafından bir dal mavi krizantem çiçeği çıkarttım ve O'na uzattım. Şaşkın bir halde aldı ve kokladı. Çok güzel koktuğunu söyledi ve koluma girmesi için yanına geçtim. İsteksiz olsa da ısrarlarıma karşı koyamadı. Kiraladığım aracın yanına geldiğimizde direkt nereye gideceğimizi sordu.



-Soru sormak yok. Sadece bana eşlik et. Mutlu olmazsan ne istersen yaparım.
+Ben hala korkuyorum.
-Hadi ama burada seninle güzel vakit geçirmek için varım. Kötü ne olabilir ki?
+Bilmiyorum.
-Atla hadi.
Sessizliğinden dolayı endişeliydim, hala şaşkın mıydı yoksa korkuyor muydu ya da benim gibi heyecandan dolayı mıydı emin değildim. Ne zaman geldiğimi, nerede kaldığımı, gerçekten ne için geldiğimi sordu. Normal bir şekilde iletişim kurmaya başlamıştık artık.

+Nereye gidiyoruz şu anda?
-En çok sevdiğin şeylerden birini yapmaya.
+Ney ki o?
-Alışveriş desem?
+Ne alacağız ki?
Alışveriş merkezine gelmiştik. Yemek malzemeleri, film
abur cuburları, kıyafetler ve bir adet kırmızı şarap alıp çıkmıştık. Tabi ki bu süreç yazdığım kadar kısa sürmedi. Alışveriş ve kadınlar işte...

+Beni kandırıyorsun resmen.
-Bunu inkar etmiyorum. Evet, seni kandırıyorum. 
+Onu anladık da ben niye buna karşı koyamıyorum? 
-Bunun cevabını sen biliyorsun, ben ancak tahmin edebilirim.

Sıradaki durağımızda film almak için durduk. İstediği filmi alabileceğini söyledim. Ve beni şaşırtarak korsan film olup olmadığını ve yeni filmler arasında neler olduğunu sordu adama. Bilgisayarın başına geçtiler ve bildiğiniz 5 liraya bir DVD dolusu film aldı.

-Az değilmişsin sende...
+Ne var be film al dedin aldık işte.
-Sadece ben böyle hayal etmemiştim.
+İşte sende bunu sevmiyorum. Her şey planlı programlı olsun istiyorsun. O zaman tadı olmaz ki... Bazı şeyleri akışına bırakman seni daha fazla mutlu edebilir.
-Sanırım haklısın.
+Daha bitmedi mi gideceğimiz yerler?-Henüz değil.

Hediyelik eşya satan minik ve güzel bir yere geldik. Daha önceden araştırmıştım. Farklı dilek feneri modelleri vardı. O çoktan dükkandaki ürünlere dalmıştı.

+Buraya sadece bir dilek feneri almak için mi geldik. 
-Evet ne var ki...
+Ne bileyim belki hediye falan alacaksın diye düşünmüştüm.
- Hediye diyorsan şimdi kuyumcuya gidiyoruz. Sana tektaş bakacağız.
+Saçmalama ne tektaşı?
-Öptüm ya seni artık evlenmek zorundayız.
+ Ha ha ha çok komik.
-Şakaydı yahu hemen ciddiye alıyorsun.
+Bir daha şaka yapma sen tamam mı?
-Tamam!

Kızınca ne kadar tatlı oluyor anlatamam size. Bilgisayar başında bunu susarak gösterse de yanında iken kızınca minik bakışlar, elleriyle kıvırmalar, vurmaya çalışmalar... Yanında olmak apayrı bir duygu. Birlikte henüz yeni vakit geçirmeye başlamıştık fakat iyi ki bunu yapmışım diyordum şimdiden.
Tatlı bir yorgunlukla eve gelmiştik artık. Önce O'nu eve getirdim. Işıkları açtık ve salona oturdu. Ardından ben bagajdan aldıklarımızı getirmek için dışarı çıktım. Tek seferde taşımam mümkün olmayacaktı. Üç sefer gidip gelerek ancak bitirebildim. 

-Vallahi çok yoruldum. Ve deli gibi açım şu anda. Güzel yemekler yapsan iyi olur hanımefendi.
+Bende yoruldum. Hiiiiçç yerimden kalkasım yok. Sen yapsana yemeği. Hep anlatırsın iyi yemek yaparım diye.
-Yaparım yapmasına ama senin ellerinden yemek istiyorum. Yoksa yemek yapmayı bilmiyor musun? Bana hiç yemek yapmayacağını düşündüğünden bol keseden salladın değil mi?
+Hayır ne alakası var çok güzel yemek yaparım. Sadece yoruldum.
-İspatla.
+Tamam bekle!

İşte yine kızmıştı. Sanırım O'nu harekete geçirmenin tek yolu kızdırmak. Birde suratını ekşitmese ah!

O yemeği hazırlarken bende yemek masasını hazırladım. Mumlar, tabaklar, şarap... Son iki şey kalmıştı. Birincisi yemekti. İkincisi ise kıyafetler. Alırken çok soru sormuştu fakat şimdi cevabını alacaktı.

+Yemekler hazır artık baş....
-Başlayamayız.
+O nedenmiş.
-Kıyafetlerimiz uygun değil ki.
+Ha bunun için aldık yani onları...
-Sana desem ki gel yemeğe gidelim. Sen kabul etmeyecektin. Bende seni yemeğe getirdim.
+Çok zekisin sen. Ve bu hoşuma gidiyor.
-Karşı koymaya çalışmayacağını biliyordum.
+Ama çabuk şımarıyorsun onu ne yapacağız?

Evet O'nun yanında çocuklaşıyordum biraz. Gülümsemelerime engel olamıyordum. O'nun için yaptığım her şeye değerdi...

Nihayet hazırdık. O'nunla birlikte yiyeceğim ilk yemek... Oldukça güzel olmuştu. Zaten güzeldi tabi de böyle hiç görmemiştim O'nu...

Yemek boyunca oldukça güzel sohbet ettik. Yemeklerini beğenmemiş gibi davrandım. Sürekli kızdırdım. Napayım O'da böyle seviyor... Masayı topladık ve mutfakta bir yığın bulaşık oluşturmuştuk.

+O bulaşıklara elimi bile sürmem haberin olsun.
-Tamam ben hallederim sonra merak etme.
+Haydi film izleyelim.
-Bakıyorum benden heveslisin.
+Sinema da kaçırmıştım ve üzülmüştüm, o yüzden.
-Peki bakalım izleyelim.

Filmin ne olduğu aslında çokta önemli değildi benim için.
Yan yana oturacak olmamız ve aynı yöne bakıp, aynı duyguları hissedip aynı heyecanı paylaşacaktık. Film ilerledikçe yakınlaşıyorduk. Arada O'nu izliyordum. O'da beni izliyordu ve farketmediğimi sanıyordu. Aynı anda birbirimize bakana kadar böyle sürmüştü. Göz göze geldiğimizde utanmıştık. Fırsatı değerlendirme isteğimi iki saniyede suya düşürmüştü bile. O bir kere olur!
Filmin sonunda sümüklü ve gözleri dolmuş iki kişi olarak çok tatlıydık.

+Bak işte aşık olunca böyle oluyor. Bu yüzden istemiyorum.
-Ama bu film, biz ağlayalım diye böyle yapıyorlar.
+Hayır hiçte bile. Tam olarak böyle.

Eli çok sağlamdı. Bak işte her şey yolunda diyemiyordum. Filmde de her şey güzel başlamış ama öyle bitmemişti. Biraz daha bulaşık çıkarmıştık abur cuburlar sayesinde.

Sıra dilek fenerine gelmişti. Terasa çıktık ve birer dilek ile beraber karanlığa bir dilek feneri gönderdik. Benim dileğim O'ydu. O'nun ki neydi tahmin etmek gerçekten çok zor...
Yorgunluk ve içtiğimiz şarabın etkisiyle uyuşmuştuk artık. Uyumanın zamanı gelmişti. Fakat henüz ailesine haber vermemişti. Üzerlerimizi değiştirirken aramasını istemiştim. Döndüğümde üzerini değiştirmişti ve büyük bir sorunla baş başaydık.

Nerede uyuyacaktık. Sen orada ben burada kavgasından o galip çıktı. O yatakta ben kanepe de yatacaktım. Bir yastık ve battaniye alıp salonun yolunu tuttum. Işığı kapatmak istediğimde izin vermedi, açık kalmasını istedi. Kapıyı da kapattırmadı. Uyurken korkuyordu sanırım. Kapıyı aralık bırakarak çıktım. Aralıktan O'nu görebiliyordum. Kanepe olabildiğince can sıkıcıydı bir türlü rahat edemedim. Sağa sola kıvışlayıp durdum. İlerleyen dakikalarda tam uykuya dalacak gibiyken omzumda bir dokunuş hissettim.

+Orada bana da yer var mı?
-Hiç rahat değil söyleyim.
+Farketmez, yanımda ol yeter.
-Sığacak mıyız dersin.
+Sığmalıyız.


Az önce rahat olmadığını söylediğim kanepe birden kuş tüyü rahatlıgı vermeye başlamıştı. Bunu O'na ben teklif etsem beni dışarda yatırırdı kesin. Benden önce uyumuştu ve uyumadan önce hatırladığım son şey O'nu güzel yüzüydü.

Güneş ışıkları yüzüme vuruyordu, kokusunu alarak uyanmıştım ama yanımda O'nu görememiştim. Yastıktan geliyordu kokusu... Yavaşça doğrulup yalpalayarak Mutfağa doğru gittim. Benden önce kalkıp kahvaltıyı hazırlamaya gitmişti büyük ihtimalle. Orada yoktu. Belki rahat edemedi ve yatak odasına gitmişti. Orada da yoktu. Belki duş almak istemişti. Belki... Belki...

Gitmişti. Masanın üzerinde üç kelimelik bir not buldum. "Gitmem gerekiyor, üzgünüm." Telefona elimi uzattığımda mesajlar kısmında hazır yazılmış bir mesaja karşılaşmıştım. "Lütfen bunu yapma." Aradığımda telefonu kapalıydı. Üzerimi değiştirip dışarı çıkmıştım. Arabanın anahtarını cebimden çıkartmak için elimi soktuğumda bir notla daha karşılaştım. "Gelme." Arabanın sileceklerinde bir tane daha. "Hiçbir şey değişmeyecek." Arabaya binsem bile nereye gideceğimi bilmiyordum. Ama yine de arabayı Çalıştırdım. O sırada telefonum çaldı.

+Beni bu kadar çok mu seviyorsun?
-Sen neredesin? Nereye gittin beni bırakıp.
+Hiçbir yere gitmedim. Şimdi arabayı durdur, arabadan in ve tekrar eve gel.
-Ne diyorsun sen hiçbir şey anlamadım.
+Ben şu anda evdeyim.
-Nasıl evdesin?

Arabanın camından eve baktığımda pencerede O'nu gördüm. Arabayı durdurdum ve arabadan indim. Neler olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Kapıyı çaldım ve açtı. Birden boynuma sarıldı.

+Nasıl oluyormuş?
-Ne nasıl oluyor?
+Birinin arkasından planlar yapıp O'nu korkutmak.
-Sen neredeydin ben seni nasıl görmedim?
+Perdenin arkasındaydım ve senin O halini görmek istedim.
-Ha ha ha çok komikti değil mi?
+Küçücük dolabın içine bile baktın gerçekten komikti
-Orayı karıştırma ne yaptığımı bilmiyordum.
+Gel buraya seni gidi şapşal.

Sabah benden önce uyanmış ve bunları düşünmüştü. Ayakkabıları ve giysilerini saklamıştı. Notları yazıp, yanağımdan öperek beni uyandırmaya çalışmış. Ama uyanmamışım. Kendiliğimden uyanana kadar beklemiş. Ve keyifle şapşallıklarımı izlemiş. Hiçbir notu beni durdurmaya yetmemiş, arabaya atlayıp peşinden gitmek istemiştim. O'na göre gerçekten seviyormuşum O'nu.

+İşte şimdi başladık.
-Neye başladık?
+Bu ilişkiye
-İşte burada yanılıyorsun.
+Hadi canım niyeymiş? İstemiyor musun artık?
-İstiyorum tabi ki fakat şimdi değil daha önce başladı. Seni öptüğüm an. Artık benimdin.
+Hiçte bile.
-Öyle olmasa şu an burada olmazdın.

Susmuştu. Sıra artık bendeydi O'na karşı elim oldukça sağlamdı. 

-Ama kalbimi acıttın az önce.
+Üzgünüm böyle hissetmeni istemezdim.
-Sana ceza bulaşıkları yıkıyorsun ve güzel bir kahvaltı hazırlıyorsun.
+Beraber bulaşıkları yıkayıp, beraber kahvaltı hazırlasak?
-İşte seni bu yüzden seviyorum.
+Bende seni bu yüzden seviyorum.

2 Yorum:

Benim Adım Ne?

Her zamanki gibi ikinci ertelenen alarm sonunda uyanmıştım. Çift kişilik yatakta tek yatmanın en kötü yanı yatağı kendinizin toplamasıdır eğer bir erkekseniz. Bazen eliniz yatağın boş tarafına gitmiyor değil. O biraz sıkıntı işte... Biraz dağınık birisiyim. Yalnız olmanın en güzel tarafı bu...



Her insanın bazı eğlenceleri vardır. Mesela ben işe gitmek üzere otobüs durağına gidene kadar değişik şeyler yaparım. Örneğin kaldırım taşları arasında rengi farklı olan taş ile selamlaşırım; o özeldir benim için. Sonra çöp tenekesinin yanında beni bekleyen tekir kediye biraz mama veririm. Bir adı olsun istemedim. İsim vermek bağlandırır.  Büfe önüne bırakılan balya şeklindeki gazetelerin en üstte olanından bir satır okurum. Sonra bir banka oturur sabahın henüz kirlenmemiş temiz havasını solurken insanları izlerim.



Bugün her şey aynı şekilde ilerlerken garip bir şey oldu.



Yine oturmuş etrafı izlerken elinde şemsiye, altında pijama üzerinde kazak olan bir kız gördüm. Mevsim kış olsa anlarım. Sabah olmasına rağmen hava gayet güzel. Üstelik yağmur yağmıyor ki... Kız bir eliyle şemsiyeyi tutuyor diğer eliyle de sanki yanındaki birinin elini tutuyormuş gibi havada bekletiyordu. Önümden geçti ve kendi kendine konuştuğunu farkettim. "Kulaklık vardır heralde kulağında dedim." Ama o olağan dışı durum beni kendine çekti. Takibe koyuldum.


Kulaklarına bakmaya çalışıyordum fakat uzun saçları kulaklarını kapatmıştı. Kulaklık olup olmaması beni ne ilgilendirirdi ki... İçimde bir ön yargı vardı... "Bu kız deli..." Doğru olmadığını kendime ispatlama çabası işte... Saate baktım. On dakikam daha var... 

Nereye gidiyor bu kız bilmiyorum ama hala kulaklarını göremedim.
Kabloda gözükmüyor... Hali pek iyi değil... Kendine bakmadığı ortada. Bir simitçiden iki simit aldı. Dakikalardır yaptığı en doğru davranıştı belki de... Çok severim, bende aldım.



Deniz kenarına doğru giden yola saptı. Benim için burası bir dönüm noktasıydı. Geri döndüm mecbur. Durağa doğru attığım her bir adımda aklımı kurcalayan sorularla uğraşıyordum. Dakikalar içinde iş sadece bir kulaklık olmaktan çıkmıştı. Bu kız ne yapıyordu?



İnsanın içine böyle hisler kolay doğmaz. Geri adım atmış, vazgeçmişken peşinden gitmek istedim. Aradan 3 dk geçmişti ama tahminim doğruysa deniz kenarına gidiyordu; yakalayabilirdim O'nu...



Bir dakika sonra görüş alanıma girdi. Yanından geçen herkes O'na bakıyordu. Bu farklılığı farkeden tek ben değilmişim demek ki...



Deniz kenarında yakaladım O'nu. Yakınındaki bir banka oturdum ve kalan simidimi yemeye başladım. Kız simitleri 4 parçaya ayırdı. İkisini bir tarafa ikisini bir tarafa koydu. Sonra bana döndü ve bir şeyler söyledi...


Gözlerimin içine bakarak söylemedi sanki... Bana söylediğinden eminde değilim. Sonra simidi ısırmaya başladı. Birinci parçayı bitirdi ve ardından ikinci parçayı alıp ayağa kalktı. Denize doğru yürümeye başladı. Bir parça koparıp martılara attı.Ardından bir daha.Ve sonra yüreğimi kaldıran o hareketi yaptı...



Ağlıyordu... Trabzanları aştı ve diğer tarafına geçti. Hızla ayağa kalkıp koşmaya başladım. Ellerini trabzandan bıraktı. Hafif eğilmişken belinden yakaladım...

Heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibiyken: "Deli misin sen? Ne yapıyorsun?" diye ağzımdan kelimeler dökülmeye başlamıştı. Hala ağlıyordu. Çekip diğer tarafa geçirdim zorlanarak. Sonra yüz yüze geldik...

Göz altları morarmış, gözleri kızarmış, dudağının rengi çok koyu tonlarında kırmızı... Ruj sürmüş gibi... Tel tel saçları yüzünü kapatıyordu. İstemsizce saçlarını kulağının ardına götürdüm. Ardından bana sarıldı ve "Geleceğini biliyordum." dedi.

"Aldık başımıza belayı" demeye kalmadan beni öptü. Olanlar benim hayatım için oldukça hızlı gelişiyordu. Son 30 saniye içinde olanları hayatımın geri kalanında yaşadıklarımla bir tutabilirdim. Ve o an çok utandığım bir hareket yaptım. 

Onun yerinde ben ve benim yerimde o olsa attığım tokadın bir anlamı olabilirdi belki. Neyi neden yaptığımı bilmeden ona sertte olmasa vurmuştum. Tamam hadi sert olsun ama isteyerek değildi. Her şey hızlı gelişiyordu... Yere kapaklandı ve sonra duraksadı. 




Yürüyemeyecek kadar bitkin haldeydi. Bir süre sessizce ona omuz vererek geldiğimiz yolu tekrar dönüyorduk. Ama iyice halsiz düşünce kucağıma almak zorunda kaldım. Çok konuşmadık. Sadece evini tarif ediyordu. Yine istemsizce bir soru çıktı ağzımdan. "Uyurgezer misin?"



Cevap vermedi bir süre... Sonra "evet" dedi. Ardından "iyi ki hayatımdasın" dedi. "Hayır, ben senin hayatında değilim, sadece sana yardımcı oluyorum. Ve mümkünse bir daha görüşmek istemiyorum." dedim.


Demez olaydım, kalan son gücüyle benden kurtulmak için çırpındı. Bir anda sokak ortasında zorla bir kızı bir yere götürmeye çalışan biri imajına büründüm. Ne yapmaya çalışıyordu anlamıyordum. Vurmaya başladı bana. "Yine gideceksin, yine gideceksin. Hep gidiyorsun. Bunu bana yapamazsın!"

"Yere bırak, hiç karşılaşmamış gibi uzaklaş" evet iç sesim bunu diyordu. Ama ben ne yaptım...

O'na O'nun dilinden konuşup, O'nun gibi davranacaktım. Yüzündeki kızarıklık daha belirgin hale geliyordu. Keşke O'na vurmasaydım. Neyse, yapacak bir şey yok geçti artık. "Yürüyebilecek misin?" dedim. Evet dedi.

Biraz destek olarak evine kadar gelmiştik. Bizim apartmana benzeyen ve yakın bir apartmana girdik. Sanki daha önce bir arkadaşıma gelmiştim. "Hatırlıyor musun buraya ilk geldiğimizde istememiştin işe uzak diye ama manzarayı gördüğünde kalakalmıştın?" dedi. Sanki bunu daha önce de duymuştum. Ama anımsayamadım. "Evet canım manzarası harika." dedim. Kapısının üzerine "Burası senin evin anahtar her zaman ki yerinde." notu yazmış. Nasıl bir deliye rastladım Allah'ım diye içimden geçirirken kapıyı benim açmamı istedi. "Anahtar nerede." dedim. "Onu sen benden daha iyi bilirsin hayatım." dedi gülümseyerek... Sabret, az kaldı diye içimden geçirirken, hatırlayamıyorum bana yardımcı olur musun canım?" dedim. "Kımıldama" dedi. Bana doğru yöneldi ve elini arka cebime soktu. "Hey o benim anahtarım. Orada olduğunu nereden biliyorsun." dedim. Anahtarı bana geri verdi. "Kapıyı açar mısın?" dedi gülümseyerek. Gönlü olsun diye anahtarı kilide soktum ve çevirmeyi denedim. Ve kapı açıldı...

Beni içeri itti ve kapıyı kilitledi. "Sen ne yapıyorsun!" demeye kalmadan bir iğne batırdı bacağıma."

...

Uyandığımda sabah özenle düzenlediğim yatağımdaydım ve karşımda dolmuş gözlerini bana doğru yöneltmiş garip görünümlü bir kızla uyandım. Komodinin çekmecesini çıkartıp bana bir deste fotoğraf gösterdi. Her fotoğrafın arkasında bir not yazıyordu.

1. Fotoğraf: "Senin adın ne?"

2. Fotoğraf: "Bu fotoğrafı nerede çekindik?"

3. Fotoğraf: "En sevdiğin renk ne?"

4. Fotoğraf: "Boynundaki bu yara nasıl oldu?"

5. Fotoğraf: "Yanındaki bu insanlar kim?"

...



Hiçbirinin cevabını bilmiyordum. Karşımda üzerindeki o garip kıyafetlerini çıkarttı ve yatağa oturdu. Artık anımsıyordum.

Anlatmaya başladı.


"Ben senin sevgilinim." Seninle beni kurtardığın deniz kenarında tanıştık 3 yıl önce. Bu kazak senin en sevdiğin kazak ben sana aldım. Bu şemsiyeyi sen bana almıştın. Martılara simit atmaya bayılırsın. Yüzümdeki bu morluklar senin eserin fakat seni seviyorum hala. Senin adın Mehmet. Bu fotoğrafı İzmir'de ilk tatilimizde çekindik. En sevdiğin renk pijamamın rengi olan deniz mavisi. Boynundaki bu yara geçirdiğimiz araba kazasında oldu. Yanındaki bu insanlar ailen-di. Kazadan sonraki yaşadığın değişime tahammül edemeyip seni hastaneye yatırdılar. Ben seni oradan kaçırdım.

Hatırlıyor musun?

Hatırlıyordum. Hepsini, her şeyi...

Benim adım ne?

İşte can alıcı soru... Hatırlayamıyorum... Hatırlayamıyorum....

Sorun değil. Hatırlayamadığını biliyorum. Bundan önceki bir yıl boyunca hatırlayamadın. Ama ben yanındayım ve seni seviyorum. Şimdi biraz uyu. Uyandığında yanında olacağım yine.

Dudaklarımdan öptü ve gözlerimden bir damla yaş aktı. Yanıma uzandı. Gözlerim kapandı.

8 Yorum:

Bir kız kaçırma hikayesi

"Son iki gün kalmıştı ve ihtimallerden sadece bir tanesi olacak gibi duruyordu. Erdal abi İstanbul'da yaşayan bir Elazığ'lıydı. Çalıştığı şirketin işlerini yürütmek adına araçla seyahat ediyordu. Kız kaçırma hikayemizi anlatığımız da elinden geldiğince yardımcı olacağını söylemişti. Sadece tek bir ricası vardı... "

Rıdvan benim güzel kalpli bir arkadaşımdır. Yaz aylarında okulun bitmesiyle daha sık görüşme şansı buluyorduk. Ortak birçok noktamız olmasına rağmen hayvan sevgimizin büyüklüğü birbirimize olan yakınlığımızı bu yaz daha da arttıracaktı. Kediler, kuşlar, balıklar derken aşk hayatlarımızdan daha çok besleyip, büyüttüğümüz dostlarımızdan konuşuyorduk.

Günlerden birinde henüz adı olmayan, aileye yeni katılan ikinci kedisiyle ilk kedisinin  anlaşamadığından dert yanıyordu Rıdvan... Daha rahat edeceği bir yuva aramaya karar vermişti. İkinci kedinin nereden kendisine ulaştığını sorduğumda hikayemiz başlamıştı.


Henüz adı dahi olmayan bu dostumuz sahibi tarafından sokağa atılmak üzereyken Rıdvan alıp evine getiriyor. Kendi kedisi doğal olarak rahat vermiyor yeni arkadaşına. Rıdvan'dan bir resmini istedim, twitterde resmiyle beraber "Kim bu tatlı kediciği dost edinmek ister?" şeklinde bir tweet atmak için. Ama gelin görün ki bana gönderdiği ilk resimde tabiri yerindeyse aşık oldum bu güzel kıza. Başka resmi yok mu demem çok uzun sürmedi...

Rıdvan kendi çevresinden güvendiği kişilerle iletişime geçse de olumlu dönüşler alamadı.  Bu güzel kızı kesinlikle iyi bakabilecek birine vermek istiyordu. Kafamda bir sürü değişik senaryolar canlanıyordu. Fakat hepsinde annemin bu kızla kapının önüne koymasıyla neticeleniyordu... Evet bu kızı kendime istiyordum.

Rıdvan'a ilk bundan bahsettiğimde çoktan razıydı bana vermeye. Oldukça da sevinmişti. Fakat aramızda 770 kilometre mesafe vardı. Rıdvan İstanbul, ben Kayseri'deydim. Nasıl olacaktı da bu kızı İstanbul'dan kaçıracaktık...

Otobüse almıyorlardı. Tren yoktu. Ve bizim çok az bir vaktimizi vardı. Neden? Okullar açılmak üzereydi ve Rıdvan İstanbul'dan okuduğu şehire gidecekti. Olabildiğince hızlı çözüm bulmamız gerekiyordu. 10 günde bir kızı nasıl kaçırabilirsiniz?

Önce yakın akraba ve tanıdıklardan Kayseri'ye gelecek olup olmadığını, ardından sınıf arkadaşlarımdan bunu yapıp yapamayacağını sordum. Günler geçiyor fakat bir yol bulamıyorduk. Rıdvan'ın her yeni resim yollayışı kalbimin ritmini artırıyordu...

Twitter'de "İstanbul'dan Kayseri'ye gelecek bir arkadaş arıyoruz." şeklinde tweetler attım. Başlarda çok kişi geri dönmese de ilerleyen günlerde yazanlar oldu. Kendileriyle görüşmelerimde çoğunun uçakla gelecek olması umutlarımı yitirmeme neden oldu. Çünkü uçağa almıyorlardı. Araştırmalarım sonucu ayrı bir uçak sadece bu işler için uçuş yapıyormuş fakat maaliyetli bir yoldu.

İlerleyen günlerde kızımızın resmiyle tweetler atmaya başladım, vakit daralıyordu git gide. Aynı günde üç tane olumlu geri dönüş almıştım fakat tarihler net değildi. Detayları konuşuyorduk, bir yandan da başka insanlar bulmaya çalışıyordum. Hatta bütün ihtimaller olumsuz sonuçlanırsa diye, istemeye istemeye İstanbul'da kızımızı sahiplenecek birilerine bakıyorduk.

Son iki gün kalmıştı ve ihtimallerden sadece bir tanesi olacak gibi duruyordu. Erdal abi İstanbul'da yaşayan bir Elazığ'lıydı. Çalıştığı şirketin işlerini yürütmek adına araçla seyahat ediyordu. Kız kaçırma hikayemizi anlatığımız da elinden geldiğince yardımcı olacağını söylemişti. Sadece tek bir ricası vardı...

Özel araç olduğu için bir kafesin olması iyi olur demişti. Rıdvan da 5-6 tane kafes olmasına rağmen sağlam olan bir tane vardı ve kızımız içinde çok huysuzdu. İnternetten daha geniş bir kafes sipariş ettim ve özellikle aynı gün elimizde olmasını istedim. İstediğimiz gibi gelmişti fakat aceleyle gönderildiğinden parçaları eksikti... Vakit dolmuştu ve kızımız huysuzlansa da Rıdvan'daki kafesle gelmek zorundaydı.

Akşam saatlerinde Erdal abi Rıdvan'dan kızımız, ilaçlar ve mamasını alarak yola çıktı. Gece saat 4'de Kayseri-Malatya yolunda kızımızı bana verecekti. Seyahatleri boyunca sürekli mesajlaştık. Bazen telefonla yol tarif ettiğimde oldu. Fakat bir sorunum vardı. Buluşma noktamız sapa bir yerdeydi ve gece 4'de araç dışında oraya gitmem mümkün değildi. Ayarlanmıştı fakat son anda bir arıza sebebiyle araç kullanılamayacak noktadaydı.

Bir ara yürüyerek gitmeyi düşündüm. İki saate oraya varırdım. 2 saatte dönüş. Fakat zaten günlerdir uykusuzken bu kadar uzun bir süre yürümek gözümü korkuttu. B planımı yerine getirecektim. Annem sabah uyandığında karşılaşacağı manzaradan habersiz erkenden uyuduğunda hazırlıklara başladım. Oldukça zor bir gece geçirecektik ikimizde. Gerekli malzemeleri alıp sıkıca giyindim. Bisikletime atladım ve B planı başladı. Yürüyerek 2 saatte gideceğim  yolu 20 dakikada katetmiştim. Erken gelmiştim. Buluşacağımız benzin istasyonundaki görevlilerle sohbete dalmıştım.

Telefonum çaldı ve nihayet buluşma vakti gelmişti. Erdal abi arabadan indi ve tokalaştık, kendisiyle ufak bir sohbetin ardından kafesi arabanın arka koltuğundan aldım. Teşekkür ederek Erdal abiyi yolundan alıkoymadım.

Yerden kafesi kaldırıp, kızımla göz göze geldiğimdeki o ilk duygular hala taze... Resimlerinden daha büyüktü ve beklediğimden ağırdı. İlk defa o gece miyavladığını duydum. Eve gelene kadar dertleştik. Rahatsız olmaması için yavaş yavaş gidiyordum.

Eve vardığımda tatlı bir huzur vardı üzerimde. Yorgun değildim kesinlikle. O'nu ilk kapalı olan balkona bıraktım. Bir bardak su içtim. Tekrar balkona dönüp O'nu kafesinden çıkardım. Rahatsız olmasın diye kapıyı kapatıp O'nu cam arkasından izledim. Bir kaba mamasını koyup, bir kaba da su koyup yanına bıraktım. Artık uyumam gerekiyordu.

Annem beni inatla dürtüp uyandırdı. Mehmet! Mehmet! Mehmet bu nereden çıktı? Aslında kendime geldiğimde geceyi bir rüya mıydı acaba diye sorgulama gereği duydum. Ardından annemin kalk şu kediyi nereye götüreceksen götür demesiyle gerçek olduğunu farkettim. 

Yatağımdan çıkıp balkona gittim. Kızım kapının dibinde başını bana çevirmiş bakıyordu. Gülümsedim ve kapıyı açtım. Bir süre sakince bekledi. Annemin mutfağa gelmesiyle sakın içeri girmesin demesi bir oldu. Kızım korkup, içeri kaçtı. Annem durdurmaya çalıştı fakat çoktan salona gitmişti kızım. 30 dakika boyunca annem O'nu balkona tekrar götürmeye çalıştı. Zorda olsa başarmıştı. Annem net bir şekilde götürmemi istedi.

Kızım tekrar kafese girdi. Otobüs durağına gelmiştik. Çok beklemeden otobüse bindik. Otobüsteki herkes yabancı bir gözle kafese bakıyordu. Ben ise içten içe gülerek hesap yapıyordum.

Yaz boyunca okul için biriktirdiğim paradan ne kadarını kızıma harcayacaktım bilemiyordum. İlk defa böyle şeylerle karşılaşıyordum. Şehir merkezine geldiğimde nereye gideceğimi gayet iyi biliyordum. Bütün her şeyi planlamıştım. Veterinere ilk geldiğimizde zorlu bir muayene geçireceğimizi anlamıştım. Veteriner kızımın kötü bir durumda olduğunu ama güzel bir kedi olduğunu söyledi. Biraz çekinerek acaba kaç yaşında diye sordum. Sanırım yeni tanıştınız dedi. Evet dedim. Dört yaşında gibi gözüküyor, aslan gibi maaşallah dedi. Bir kere soru sormaya başladım ya artık beni kimse tutamazdı. Cinsi ne? Nasıl besleyeceğim? Tuvaleti nasıl olacak? Nelere dikkat etmeliyim?

Veteriner sabırla bütün sorulama cevap verdi. Uzun süre aşı olmadığı için ve evde yaşayacağı için aşılarını yaptırmam gerekiyordu. Bu sandığımız kadar kolay olmadı. Bu kısmı atılıyorum.

Gözü hastaydı kızımın, birde parazitliydi. Veteriner bunlar basit şeyler dedi. Bu kızın adı ne? Aşı karnesine yazmam gerekiyor dedi. Ve o ana kadar neden isim düşünmediğimi kendime sordum. Bir isme ihtiyaç duyduğumu bile o anda farketmiştim. Siz muayenenizi yapana kadar bende maması ve kumunu alayım dışarıdan dedim. Ve düşünmeye başladım. Bir kızdı. Sis desem. Yavan kalırdı. Düşünmeliyim. Bu arada mama ve kumunu aldım. Birazdan Veterinere gireceğim. Girdim. Biz hazırız dedi. Ben? İsmini düşündün mü? Evet SiSi olsun dedim. Bir anda çıktı ağzımdan. SiSi, güzel bir ismi var tıpkı kendi gibi. O'na iyi bak dedi. Size alışması için O'na vakit ver. Siz... Şimdi eve gitme vaktiydi. Bize... Okul için biriktirdiğim paranın yarısı gitmişti... Düşündürücüydü bu...

Kafesi kapının yanına koydum ve kapıyı çaldım. Annem açtı meraklı gözlerle. Bağcıklarımı çözüyordum. Aferin sana beni dinleyeceğini biliyordum dedi ve içeri geçti. Bense SiSi'yi alıp balkona geçtim. Kumu için bir plastik sebze kasasını düzenledim. Uyuyacağı yeri de uzun bir uğraştan sonra hazırladım. Bir ara kapıyı açık unutmuşum. Ve olanlar oldu. Annem geldi ve hiçbir şey söylemedi. Bir bakış attı ve salona gitti. Kardeşlerim ilk defa kedi görüyormuş gibi peşindeydiler. Rahat bırakın dedim. Adı ne diye sordular. O'nun adı SiSi.

Annem hala sessizdi. Ve bu asıl fırtına olan babamın yanında bir hiçti. Yapacağım konuşmayı günler öncesinden düşünmüştüm.


Akşam babam geldiğinde lafı benden önce annem aldı. İstemiyorum dedi ve ağladı. Babam nerede dedi. Balkona gitti ve baktı. Salona geldi. Hiçbir masrafını üstlenmem kalsın dedi. Şaşırmıştım. Daha tek kelime bile etmemiştim. Annemi gıcık etmek içindi farkındaydım. Ama yine de konuşmayı yapmam gerekiyordu.

SiSi'yi Trabzon'a götüreceğim ilk gidişimde. Burada kaldığı sürece sorun çıkarmayacak dedim. Eve pislerse elimi vurmam dedi annem. Ev kedisi anne bu, eğitimli yani. Sen zorlasan da yapmaz. Kumu var oraya gidip yapacak. Ne yiyecek peki, birde O'nu mu besleyeceğiz? Aldım mamasını. Ben anlamam istemiyorum yarın götür ne yaparsan yap. Daha dur anne en kötüsünü demedim daha. Daha ne var? Daha ne var? Gözü hasta ama ilacını aldım. Birde bitli zilli... Nee!!!!!!!!!!!!

İki hafta boyunca hayatımın en zorlu günlerini yaşamıştım. Bir sürü masraf yapmış ve annemi hala ikna edememiştim. SiSi'nin gözü iyileşmiş, parazitlerinden kurtulmuştu. Artık evin içinde dolaşabiliyordu.

SiSi'yi bu kadar çok sevmeme rağmen zilli gidip ilk O'nu hiç istemeyen annemin kucağına oturdu. İnanmam diye fotoğrafını çekmişler... Kırılsam da yapacak bir şey yoktu.

Aradan 15 gün geçmişti fakat bir sorun vardı. SiSi hiç miyavlamıyordu. Hiç derken gerçekten hiçti... Yavaş yavaş kendine dokunmama sorun çıkarmıyordu. Karın bölgesinin tüysüz olduğunu farkettim birde...


İnternetteki araştırmam sonucu miyavlamamasında bir sorun olmazken, cinsinin normalde karın bölgesinin tüylü olması gerekiyordu. Yine araştırmam sonucu kısırlaştırılmış olabileceğini öğrendim. Rıdvan'a sordum bir bilgisi olmadığını söyledi. Sahibine sorar mısın dediğimde beni şok eden bir şey duydum. "Küçük bir köpek almış."


Çok sinirlenmiştim... Ama elden bir şey gelmezdi. En azından sokağa atmadan kısırlaştıracak kadar düşünceliymişler dedim.

Aradan iki ay geçmiş ve birbirimize iyice alışmıştık. Trabzon'a gidiyordum. SiSi ise belirsizdi. Otobüs firmaları ile görüştüm ama hiçbiri olumlu cevap vermedi. Ben yine de olumlu oldugunu söyledim evdekilere. Ve beni yine annem kurtardı. Düzenini kurana kadar burda kalsaydı iyiydi dedi.

Aradan geçen zamanda SiSi annemin gönlünü çelmişti. Zannettiği gibi bir kedi dediğildi. Ve annem bunun artık farkındaydı. Annemle aralarında değişik bir bağ vardı. Ben SiSi'yi hiç miyavlamıyor diye bilirken sabah ezanından sonra annemin ayağına dolandığını ve mama vermesi için miyavladığını öğreniyordum. Ertesi sabah buna bizzat şahit oldum. Değişik bir duyguydu. Hislenmiştim. 

Hatta şu anda bu satırları yazarken bile tekrar hislendim.

SiSi Kayseri'de kaldı. Ben ise 4 ay boyunca Trabzon'da. Arada sesimi unutmasın diye Skype'de ailemle görüştüğümde aralarında SiSi'de oluyordu. Babam arkadan hani bana masraf çıkartmayacaktın çok para bunun maması diye söyleniyordu.

Trabzon'dan Kayseri'ye dönmeden önce SiSi hakkında bir ihtimal daha öğrendim. SiSi kısır değildi. SiSi yeni doğum yapmış ve rahat emzirebilmesi için karın bölgesi traşlanmıştı. Uzun süre bunu evdekilerden sakladım. Çünkü üzülürlerdi.



Kayseri'deyken ben kardeşim: "Abi hiç mi çocuğu olmamıştır?" diye sorduğunda kendimi tutamayıp ağlamıştım.

SiSi şu anda gayet iyi. Hatta şu anda annemin tek başına verdiği karara göre evde dokunulmazlığı var. Evde hiç kimse SiSi'ye dokunmuyor. Çünkü tüyleri dökülüyor ve annem son derece titiz biridir. SiSi ise aylardır hiç bu kadar rahat olmamıştı.

Gece herkes uyuduğunda ben kendimi tutamayıp yine O'nunla oynaşıyorum.

Dün gece twitter'de kötü bir haberle karşılaştım. O kötü olay bunu yazmamı tetikledi. İsmi lazım değil o kişi, bütün dengemi altüst etti. Beddua etmeyi sevmem ama kendimi tutamıyorum. Allah o insanımsı canlının iki dünyada da cezasını verecektir. Bu yazıyı SiSi'nin O arkadaşına ithaf ediyorum.

"Dostsever" kalmanız dileğiyle.
Mehmet...

6 Yorum: