O ve Adam

Hikayenin sonunda adam geri gelmiyor. 


  Bir daha kimseyi sevemeyeceğimi düşündüğüm bir dönemdi. Hiçbir erkek bana O'nun hissettirdiklerinden fazlasını hissettiremezdi. Başkasında O'nu hatırlayacağımı adım gibi biliyordum. O'nu başkasından bir sır gibi saklayacağımı, hissetseler bile hiç bir zaman bilmeyecekleri bir O vardı artık içimde.

  Neden, nasıl, keşke, belki... Her ne olursa olsun bana hiçbir şey O'nu tekrar getiremezdi. Sorsanız "Madem bu kadar çok seviyordun, neden gitmesine izin verdin?" cevap veremezdim. Gitmesin istiyordum ama ben kalamazdım. Lanet olasıca anlamsız bir kız gururu işte. Belki de tekrar tekrar aynı yerden kırılmaktan bıktığım içindir.

  Bir çok soru, bir çok cevap, tek bir gerçek vardı: "Yalnızdım." Ve demir attığımı hissediyordum. Gücüm vardı kalkmaya ama yerde kalma isteği nedir bilir misiniz? Bazı günler uyandıktan sonra bir beş dakika kendinizi sınarsınız hani, kımıldamadan gözleriniz açık, kendinize uyandığınızı ispat etmeye çalışırsınız. Sonlarına doğru ters yöne döner ve tam kalkacakken birden durursunuz, gözünüzü bir kez kapatıp açıp, sonra tekrar kapatırsınız. Uykuya teslim olursunuz. Öyle işte...

  Hikayenin devamında, seni bulunduğun yerden çekip çıkartmak isteyen erkekler olur hep. Oldu da... Bazılarında acaba desem de saman alevi gibi söndü hemen düşünceler... Hazır mı değildim yoksa istemiyor muydum bilmiyorum. Daha büyük bir aşk çekebilirdi beni kendine... Ama tanımadığım güvenmediğim bir insana da bu derece aşık olmam mümkün değildi. Hiç şansları yoktu. Hem tanıdım, güvendim de ne oldu! 

  Fakat bir gün farklı biri çıktı. Nasıl tarif edeceğim bilmiyorum. Bu adam beni bulunduğum yerden çekip kurtarmaya çalışmıyordu. Kendisine aşık olmamı, sevmemi de istemiyordu. Bulunduğum yerde, yanımda boş yer olup olmadığını soruyordu. Dipte, benimle yan yana durmak istiyordu. Her ne kadar "Burası pis, burası durulacak yer değil!" desem de kalıyordu...

  Başta korkmuştum. Kim böyle bir yerde durmak isterdi ki... Diğer yandan da değişik bir çekim gücü vardı. Daha şimdiden planını görüyor gibiydim. Beni kendine çekecek ve kendiyle beraber buradan kurtulmamı sağlayacaktı. Ehh fena fikir değildi. Yine de korkularım, endişelerim, geçmişim vardı. Belki de geçmemişim...

  Bir gün bana "Bu gün O'nu dünden daha az düşündüğünü farkettin mi?" dedi. Başta cevap verecek gibi oldum. Sonra böyle olup olmadığını düşündüm. Bir nevi, doktorun hastanın tedaviye cevap verip vermediğini kontrol etmek gibi bir şeydi. İşin kötüsü haklıydı. Bir rakibi olduğunun bilmesinin yanı sıra, O'nun artık üzerimdeki etkisinin azaldığını da farkediyordu. Zeki bir adamdı. İyileşiyor muydum?

  Karma karışık bir haldeyken, aklıma bir soru takıldı. Bu adamı da dibe itecek bir sebep olmalıydı. Bir yara... Ama şimdiye kadar iyi saklamıştı. Sormak istedim. Yapamadım. Giderse diye korkmaya başladığımı farkettim. Alışmak lanetim yine beni sarmıştı. 

  Yanımda, tanımadığım, üstelik beni tanıyan, korkmadığım, aynı zamanda kaybetmekten korktuğum, alıştığım bir adam vardı. O'nun için yapabileceğim bir şeyler olmalıydı. Ama bütün güzel duygularımı kaybetmiştim O'ndan sonra. Sanırım bu adama verebileceğim en büyük hediye O'ndan kurtulmaktı. 

  "Unutma." dedi bana. "Neyi unutmayım?" diyemeden devam etti. "O'nu unutma. Unutmana gerek yok. Unutmak ertelemektir. Bir şarkı çalar hatırlarsın, bir isim, bir cadde, bir apartman adı, bir film, bir kaldırım taşı bile bütün unuttum dediğin şeyi sana hatırlatabilir tekrar. Unutma. Ama güzel bir çözümüm var bunun karşısında. Vazgeç. Durmadan O'nunla bir daha olamayacağını söylüyorsun ama diğer yanın hala O'nunla. Vazgeçmemişsin. 

  Haklıydı ve ben bi o kadar lâl idim ki... Günlerce sustuk. Bekledik. Adam daha çok bekledi. Bir şeyler yapmalıydım ama yapamıyordum. Gideceğini hissediyordum. İçimde "Gitme!" diye haykıran sesleri duyabiliyordu. Ama fakat bunu dile getirmemin gerekliliğini de biliyordu. Ayağa kalktı. Arkasını döndü. Gitti.

  Durdurmadım. Ayağa kalkamadım. Gidişini, kaybedişimi izledim. Bu adamı bir daha bulamayacağımı bile bile çakılmıştım olduğum yere.

  Günler sürdü kabullenmek. Gelmeyeceğine inanmak. Pişmanlıklarım vardı henüz bu adam gitmeden başlayan. Ama bilirsiniz. Bazen durursunuz. Yorulmuşsunuzdur çünkü... Günlerce bu adamı düşündüm. 


  Aradan epey zaman geçti. Kalkmıştım artık. Yaşamadığım bir aşk, bana yaşadığım bir aşktan vazgeçmeme yetmişti. Kurtulduğuma sevinemiyordum. İçte bir yara ve bir yara izi sahibiydim artık. Peşinden gitsem bulamayacağımı biliyordum. Bana o kadar çok şey öğretmişti ki o kısacık sürede. Umarım bu adam mutluluğu yakalar diye dua eden birine dönüştüm. O'na ise artık diyecek hiçbir sözüm kalmamıştı. O'ndan vazgeçmiştim. Bu adamdan da vazgeçmem gerekiyordu. Bana bunu adam öğretmişti. Bunu yaparak adamı mutlu edeceğimi biliyordum. 

10 Yorum:

Yanındayım

"Güneş henüz yeni doğmuş, sabahın soğuk esintileri güneşin sıcaklığını tatlı bir melteme dönüştürüyordu. Saatlerdir haber alamıyordum O'ndan. Dün çok heyecanlıydı. Babasına bir arkadaşında kalacağı yalanını yutturmuş, henüz yeni tanıştığı erkek arkadaşıyla beraber zaman geçireceklerdi. Rahatsız etmemek için arayıp sormadım. Ne giyeceğini, saçlarını nasıl yapacağını, hangi kokuyu süreceğini, hangi ojenin daha iyi olacağını, hangi ayakkabının daha uyumlu olacağına kadar belirlemiştik saatler sonra. Hoşuma gitmese de bunları yapmak, benden isteyince bir şeyi hayır deme şansım yoktu. Son halini gösterdikten sonra çıktı."

Herhangi biri farketmezdi. Kız arkadaşlarından bile kıskanabiliyordum O'nu. Hatta kardeşinden bile. Hazırlandığı bir erkekti. Bu düşünce beni mahvetse de elimden gelen hiçbir şey yoktu... Henüz yeni tanışmış olduğu bir erkeğe olması gerekenden çok fazla ilgi gösteriyordu. Çok etilenmişti belli ki. Bunu bana söylediği anı hatırlıyorum. "Birinden hoşlanıyorum. Sana anlatacağım." içimde dallarımda duran binlerce kuş aynı anda ürkerek havalanmış hissine kapılmıştım. Bir gün bu sahneyi yaşayacağım belliydi. Ama düşüncesiyle o anı yaşamak arasında bile uçurumlar vardı. Yaşadığımı tarif etmek imkansız. Detaylardan bahsederken yazdığı her bir kelimede bir damla yaş süzülüyordu gözlerimden. İşin kötüsü O'na aşık olduğumu bildiği halde, bilmemezlikten geldiğimiz bu oyunda, oscarlık performans sergiliyordu. Oyun bittiğinde alkışlar gibi performansını: "Hayırlısı..." dedim.

Dakikalar yıllar gibi gelmeye başlamıştı. İçimden bir ses bir şeyler işler ters gidecek diyordu. Aslında gitse fena olmazdı. Üzülür ben bir şekilde onu ayağa kaldırırdım. Kapılıp gider sonra üzülürse? 

İzlemem gereken filmler listesinde sırada "The Notebook" vardı. Hep O'nunla beraber izlemeliyim diye ertelemiştim. Kaderde yalnız başıma ağlaya ağlaya izlemek varmış. Geçmeyen saatlere acı verici başka bir çözüm... 

İzlediğim filmlerde, dinlediğim müziklerde, okuduğum romanlarda, karşıma koyduğum O insan; şimdi bir başkasıyla bunları yaşıyor ve bende kuzu kuzu bekliyordum. Elim telefona gitti. "Nasıl gidiyor?" diye sorsam acaba O'nu sıkıntıda bırakır mıyım? Yanındaki "O kim?" dediğinde "Bir arkadaşım." cevabını verirse daha çok üzülürdüm. Bu düşüncenin ardından kendimi bir hesaplaşmanın içinde buldum. "Peki sen O'nun neyisin?"

Başı sıkıştığında kardeşi, tavsiye istediğinde arkadaşı, ağlamak istediğinde dostu, gülümsemek istediğinde romantik aşığı... Bu girdapta nasıl yorulmuyordum acaba. Belki de çoktan yorulmuştum.

Aklıma kardeşine sorma fikri geldi. Kardeşi bu konularda pek sıcak değildi. Arada laf taşıyan insan olmak istemiyordu. Ve benim ablasına aşık olduğumun da farkındaydı. Israrla siz arkadaşsınız deyip duruyordu. Ama gözümü karartıp sordum. "Bırak bu günü yaşasın." cevabı aslında ne kadarda doğruydu... Bıraktım.

Kızamıyordum, hakkım yoktu O'na aşıkken O'nun başkasıyla olmasına karışmaya... Kendinin bir sözü vardı: "Bir kız bir erkekle ilk karşılaştığı an O'nunla arasında neler olabileceğinin hikayesini görür bir kaç saniye içerisinde. Senin ile olan hikayemizde maalesef aşk yok." Kulaklarımda yankılanıyor bu dürüst, samimi sözü. Ama O'na olan aşkıma engel olamayacak kadar da cılız... 

Hakkını vereyim. Sanırım canımı bu hayatta bu kadar acıtabilecek tek insan O... Daha birkaç saat önce tanıştığı o kişiyi bana onunla birlikte geçirdiği saatten uzun anlatması gibi bir işkencesine maruz kalmıştım. Kızların anlayamadığım böyle garip bir huyu var. Eğer anlatmak istiyorsa ki seni en yakını olarak görüyorsa bu kaçınılmaz, canını acıtabileceği ihtimali ne o anda, ne o andan sonra aklına gelmiyor. Ve kötü insan olmamak için olumsuz tek bir şey söyleyemiyorsun. Buna rağmen bir sorun olduğunda "neden beni uyarmadın aptal!" deme cüretini bile gösterebiliyorlar. 

Bu çocuktan öncesi de olmuştu, benzer olaylar farklı hikayeler. Birde demez mi: "Elimden gelen her şeyi yapıyorum ama değmiyor hiçbirine... Hiç mi adam gibi birine denk gelemeyeceğim.

Artık O'nu anlamaya çalışmaktansa yaşamaya karar vermiştim. Çünkü imkansıza yakın bir ihtimaldi. İçimdeki huzursuzluk yine nüksetti. Bu hissi hiç sevmiyorum. Konu o olunca içimdeki huzursuzluğun hiçbir zaman iyiye dönmesi mümkün olmamıştı. Arayamıyordum da... Düşünmemeye çalışmak durumu içinden çıkılmaz bir hale sürüklüyordu. O'nun herkesi kendi gibi saf ve temiz sanması başına hep bela olmuştu. "Yine hep aynı şeyi söylüyorsun ama hep farklı şeyler oluyor diyeceksin ama bir daha olmayacak." dese de artık ikimizde çok iyi biliyorduk ki beni göremediği sürece daha çok bu sözünü tutamayacaktı... 

Saatler zamana demir atıyordu sanki. Güneş batalı 3 saat olmuş ama hava hala aydınlık gibiydi. Haber verebilirdi. bir çok fırsatı olacağından emindim. ama telefonuma operatör ve reklamlardan başka mesaj gelmiyordu... Bunları düşünürken soğuyan kahvemden bir yudum aldım. Uyumayı düşündüm. Ya ararsa diye bunu yapamadığımı hatırladım. Telefonum çalacak ve "Sana ihtiyacım var." diyerek yerini söyleyecek gibi hissediyordum. 

Gece yarısını geçeli epey olmuş, prenses hala külkedisine dönüşmemişti. Meraktan öte araya gurur girmiş, eğer kendini merak ettiğimi bildiği halde haber vermiyorsa ben neden onu arayım düşüncesiyle kuduruyordum. Ve telefonum çaldı. Masanın üzerinden alacakken bu fon müziğinin kardeşine ait olduğu canlandı gözümde. Hızla giderken bir andaki o yavaşlama durumu, tarif edilmez bir histi. "Ablamdan bir haber aldın mı? Telefonu kapalı.

Nerelere gideceklerini biliyordum. Dışarı çıkıp, arabaya atlayıp, yola koyulma hızımı ölçseler, ışınlanmanın bulunmasına çok az kaldığını anlarlardı. İlk başlarda ışıklara uyarak gitsem de sonra kırmızı ışıklar, arabanın gidebileceği maksimum hız limitler, sınırlar, kurallar artık gözümde yoktu. O'nu bulmalıydım. Belki de sadece şarjı bitmişti. Ama bilemezdim ki... 
   
Arabayı park etme gereği duymadan kapıya bırakıp içeri girdim, yüksek ses, ışıklar, kalabalık... Burada telefonu çalsa bile duyamazdı ki... Dakilarca O'nu aradım. Kolumdan biri tutup arabanızı oradan almalısınız dedi. Cüzdanımı çıkardım. Para teklif edeceğimi düşünmüş olmalı ki O'nun resmini gösterdiğimde şaşırmıştı. 

"Bu kızı gördünüz mü?
"Evet yarım saat önce çıktı."
 "Yanında biri var mıydı?
"Yalnız çıktı."

İnsanların ne zaman çileden çıkacağını hissettiğim anları yaşıyordum. Hızlı adımlarla kalabalığın arasından arabaya gittim. Bu saatte yalnız başına bir kız. En yakın taksi durağına gitmeliydim. Yollar tenhaydı ve soracak kimse yoktu. Tabelaları takip ettim ve nihayet gelmiştim.

Resmini gösterdim ve "Gelmedi." cevabını aldım.




Arabaya girdiğimde kızımdan özür dilemek zorunda kalmıştım. İlk defa kapısını bu kadar sert kapatıyordum. Arabayı çalıştırdığım anda telefonum çalmaya başladı.



"Telefon numaranı hatırlamam uzun sürdü, kusura bakma. Beni gelip almalısın."

Kısa, net ve sarhoş olduğunu belli etmemeye çalışan bir kızın, ağlayan ama huzur verici sözleriydi bunlar. 

Yanına geldiğimde O'na sıkıca sarılıp alkolle karışmış kokusunu içime çekmiştim. Üşüyordu. Ceketimi çıkarıp ona verdim. Arabaya giderken beni durdurdu ve banka çekip oturtturdu. Konuşmadan sarılmamı istedi. İlk defa bu kadar içmişken görüyordum O'nu... Ve anlatmaya başladı.

...

Her şey çok güzel giderken, çocuğun yanında olmadığı bir anda masada duran telefonundan gelen arama dikkatini çekmişti. Rehbere "Aşkım" diye annesini kaydetme ihtimalinin çok düşük olduğunu varsayarak telefonu açmış ve çocuğun sevgilisinin hiç durmaksızın söylediği tehditkar konuşmayı dinlemiş, hiçbir şey söylemeden kapatmıştı. Biraz önce dans ederken elleri ve dudakları vücudunda dolaşan çocuğun oyuncağı gibi hissetmişti kendisini. Toz pembe hayat, karanlık bir acıya dönüşmüştü...

Kendinden iğrenir gibi konuşmalarına son verip evime doğru yola çıktık. Sonrasında olanları ise yukarıdan aşağı doğru bunları okurken ki gördüğünüz resimlere tekrar bakarak öğrenebilirsiniz. 

Ben O'nun kardeşi, arkadaşı, dostu ve bazen aşkı olan adam.
O'nu seviyorum. Ve sanırım başım belada...

11 Yorum:

Merhaba Sevgilim

Merhaba Sevgilim,

Bu mektubu yıllar sonrasından yazıyorum sana sevgilim. Yani gelecekten... O yüzden şaşırma girişteki "Sevgilim" hitabımdan. O kadar eminim ki senin benim "hayatımın kadını" olduğuna; çekinmeden, utanmadan bunu sana rahatlıkla sarfedebiliyorum şu anda. Bunu sana yıllar önce de söyledim, içimden, halimle, tavrımla, gözlerimle söyledim. Bunca zamandır bekledim. Bekledim, çünkü bunu dile getirdiğimde karşılık bulup bulmayacağı konusunda endişelerim vardı. Hazır değildim, hazır değildik. Benim emin olmam için varlığın yeterliyken, senin emin olman için beraber geçireceğimiz, birbirimizi tanıyacağımız, benim önümüzdeki hayatı göğüsleyebilecek olgunluğa erişmem, kısaca yıllara ihtiyacımız vardı.
Bu mektubu yıllar sonrasından yazıyorum sana sevgilim. Aradan geçen onca zamanda anladım ki insanlar aralarındaki o özel ve güzel bağa erken isim koyarak sonun başlangıcını hazırlıyorlardı istemeden. Çünkü iki insan birbirini her türlü zorluğa karşı beraber durup duramayacaklarını bilmeden bu adı veriyordu aralarındakine: "AŞK"

Bu mektubu yıllar sonrasından yazıyorum sana sevgilim. Hani seni üzdüğüm zamanlarda olmadı değil. Ama bilerek, isteyerek, sebepsiz hareketler sonucu üzmedim seni hiç. Üzüldüğünü anladığım yaptığım her ne ise geri adım attım ve aynı hatayı tekrarlamadım. Bilirsin, bir insana alışılageldiği gibi: "Tanıştığıma memnun oldum." demem hiç. Çünkü o bir kaç dakika içinde onun hakkında öğrendiklerin sadece tanışmanın başlangıcıdır. Günler, haftalar, aylar sonra: "Nereden karşıma çıktın Allah'ın belası!" derken bulabiliyor insan kendini... Neden sende böyle olmadı biliyor musun? Çünkü ben seni o kadar uzun zamandır bekliyordum ki sadece bir muhabbet sonunda: "İşte bu; hayatımın kadını, gelecekteki sevgilim, hayat arkadaşım, eşim..." diyebildim sana.

Bu mektubu yıllar sonrasından yazıyorum sana sevgilim. Hani çok mutlu olduğumuz zamanlarda olmadı değil. Bazılarını planladık, bazıları anlıktı... İnsanlar bu kadar çok mutluluğu ararken bizim sadece beraber vakit geçirmemiz bile yeterli oluyordu bunun için. Soyutlanıp, sanki dünyada kalan son iki insanız gibi davranabiliyorduk. Bana hep derdin: "Sen hala küçük bir çocuksun." diye. Aslında ben sadece hiç bu kadar mutlu olmamıştım. İnsan mutlu olduğu kadar büyüyor, acı çektiği kadar olgunlaşıyordu. Evet küçüktüm... Sebebi ise yokluğundu. Beni sen büyüttün; severek, mutlu ederek, önemseyerek...


Bu mektubu yıllar sonrasından yazıyorum sana sevgilim. Şartlanmadan, kurallar koymadan, zorlu yollardan geçip geleceğiz bu güne. Sabretmek, güvenmek ve inanmak bizim aşkımızın temelini oluşturduğundan yavaş yavaş, emin adımlarla biz olacağız. Senin yerinde olsam, bana sevmeyi böylesine öğretmişken, beni senden başkasına yâr etmezdim.

28 Yorum:

İstiyorum


   Olmayacak biliyorum ama...

   Sessizliği seviyorum. Düşününce, gürültülü bir yerde, ses çıkaran her şeyi susturamazsın sessizlik istediğinde. Fakat sessiz bir yerde radyo, televizyon en kötü telefonunda bir müzik açar, sessizliği istediğin zaman bozabilirsin. Sessizlik istiyorum.

    İş olsun, okul olsun, ev olsun rahatlığı seviyorum. İş ve okulda bunu yakalamak zor olsa da en azından evimde rahat olmaya ihtiyacım var. Kalabalık, sürekli ziyaret edilen bir evde yaşamak sıkıyor beni. Şehir gürültüsünden uzak, en az iki katlı, çok odalı bir evim olmalı. Biri garaja yakın iki çalışma odam olsun. Garaja yakın olanda, etrafı batırdığımda çok sıkıntı yaratmayacak işlerle uğraşmak istiyorum. İçerisinde bir çok çeşit hayvan besleceğim bir oda da olmalı. Balıklar, kuşlar, kediler, köpekler... Amerikan tipi bir mutfak ve mutfağa birleşik geniş bir salonu da olmalı. Büyük bir evim olsun istiyorum.


    Garaj dedim... Ee tabi arabalarım da olsun. "Oha bi tane neyine yetmiyor." diyen arkadaşlarım açıklayım. Biri 1967 Mustang Shelby GT500 olacak illa ki... İçi geniş değil ama zaten aile arabası olarak da kullanmayacağım. Ama bu Mustang aileden biri olacak kadar değerli olacak benim için... Kız gibi araba derler ya öyle işte... O da benim bir çocuğum olacak. Eşimi ya da bir arkadaşımı alıp gezmeye, eğlenmeye çıktığımda kullanırım. Diğeri de çocuklar ve eşimle rahat seyahat edebileceğim geniş bir araba olur. İkisini de istiyorum.

    Eşim dedim... Fiziksel olarak tanımlamak zor ama en azından  benim gibi esmer bir eşim olmasını isterim. Ayran gönüllü değilim hiç... Sevdimi kolay kopamam. Olacaksa güzel olmasını da isterim. Bakmayın bana öyle... Güzel bir eşim olmasını hakedecek kadar yakışıklı olmasamda, O'nu yeterince mutlu edebilecek kadar duygu, düşünce sahibi biriyim. Aslında yakışıklı bile sayılabilirim. Bakış açısına göre değişir tabi ki... 1.70 boyunda olsam bile benim kadar uzun olsa fena olmaz hani... Topuklu giydiğinde yanında sırıtsam bile öle istiyorum. Her şeyden önce tabi ki bana ayak uydurabilmesi, duygusal inişler-çıkışlar taşıyan bir yengeç burcu insanı olarak anlayış sahibi birisi olmalı. Beni dengelemeli, tamamlamalı... Çocuklarımızı tek başına yetiştirebilecek kadar bilgi ve beceri sahibi olmalı. Tabi ki annelik iç güdüsü her kadını değiştirir ama yine de böyle olmasını istiyorum.

   Çocuklar dedim... Yıllardır içimde bir kız çocuk sahibi olma arzusu var. Oğlumda olmasını isterim ama kız çocuğu büyütmek en büyük arzum. Hatta annesi ile beni paylaşamayacak kadar kendimi sevdireceğimi düşünüyorum. Annesi kadar güzel olacağından işim zor ama neyse... İlerleyen yaşlarımızda annesine yardımcı olacak olması da önemli bir faktör tabi ki. Eşim koca evle tek başına uğraşamaz büyük ihtimalle. Şimdi yazarken farkettim... O kadar çok kızım olsun istiyorum ki olası oğullarımla ilgili hiç bir şey düşünmemişim. Kesin haylaz, serseri çocuklar olup, kızların canlarını yakarlar... Çaktırmadan "oğullarım" da dedim. Kız çocuğu sahibi olana kadar deneyeceğimizden kaynaklanıyor sanırım. İnşallah ilk önce kızım olur... Bunu çok istiyorum.


    Hayal olarak kalmayacak kadar çok istiyorum bunları... Tabi daha  çok yolum var... Önce şu üniversiteyi ve askerliği bitirmeli, güzel maaşlı bir iş ya da kazancı iyi bir iş yeri sahibi olmalıyım.  Benim hayattan ve kaderimden umduğum, beklediğim, istediğim bunlar. Hufff, çok para kazanmalıyım... Yazarlıkta da pek para yok ki... Neyse "İsteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü." diyerek topu yukarıya atıyorum.

5 Yorum:

Hayatımı Değiştiren Kitap

Tek bir şey bütün hayat düzenini değiştirebilir mi? Peki bu bir kitap olabilir mi? Cevabını bu yazı bittikten sonra tekrar duymak istiyorum. Çünkü 2010'da bir kitaba dokundum ve sonrasında olanlara inanamadım.

...

Kursdan çıktım. 10 dk sonra duraktan geçecek olan otobüse yetişmek için kalabalığa aldırmadan hızla koştum. Kalabalık arasında F1 pilotu gibi hızlı, usta bir dansçı gibi kıvrak... Ama durağa geldiğimde çok geçti. 30 dk daha beklemem gerekiyordu. Mart ayı ve Kayseri. Donmak için ne kadar müsait yer ve zaman... Dün yaptığım gibi donmaktansa karşıdaki AVM'de biraz vakit geçirip tekrar dönmek çok daha mantıklı.

AVM'nin direkt 3. katına yöneldim. Dün orada daha önce görmediğim, büyük ihtimalle yeni yapılmış kitap standına gittim. Yaklaşırken bile süzüyordum gözlerimle. Bir tanesi ters duruyordu. Büyük ihtimalle bakılmış ama ters konulmuştu yerine. Elimi uzattım ve dokundum. Bir dokunuşla 2003 yılına gittim.

8. sınıftayım. Hoca kitap kurası çekiyor. Seçenekler Çalıkuşu ve Sinekli Bakkal. Tabi ki şansıma Çalıkuşu'nun iki katı kadar daha uzun Sinekli Bakkal çıkıyor. Okuyup özetini çıkaracaktık. O sıralar kitap okuyacak vaktim yoktu ama en azından Çalıkuşu olsaydı bari... Denerdim. Müdürün yanına gittim.

Hocam, Türkçe hocamız bir ödev verdi. Kitap okuyup özetini çıkarmam gerekiyormuş. "-Ama üst üste çok Satranç Turnuvası var. Odaklanmamı engeller bu. Beni bundan muaf tutamaz mıyız? +Ben hocanla konuşurum merak etme. Sen madalya getirmeye bak."

Satranç sayesinde bundan da yırtmıştım. Madalyalar geldi bütün turnuvalarda. ama dönem sonu karneyi elime aldığımda karşılaştığım "Türkçe: 2" karşısında resmen çökmüştüm. Türkçe ana derslerden biriydi. Ortalamam buna rağmen Takdir almaya yetiyor olsa da sırf bu ders yüzünden alamamıştım ömrümde ilk defa. Hesabı sorulacaktı! Müdürün önüne karneyi koyduğumda aklına dank etti. "Ben konuşmayı unuttum, neden tekrar hatırlatmadın?"

O günden sonra elimi bir romana sürmedim.

Şimdi aradan 7 yıl geçmiş ve 2010'dayım. Bu olay bir dokunuşla gözlerimin önünde canlandı. Kitabı ters çevirdim. "Olasılıksız"

Kapağı mıydı yoksa ismi miydi beni bu kadar kendine çeken... İlk 5 sayfayı bir solukta okudum. Sonra gitme zamanım gelmişti. Düzgünce yerleştirdikten sonra yerine çıktım. Bir daha kaçıramazdım otobüsü. Zamanında duraktaydım ve üşümeden binebilmiştim. O gün uyumadan önce aklımda tek birşey vardı. Ya sonra ne oldu acaba?

Ertesi gün yine kurstan çıktım ve durağın yolunu tuttum. Durağa henüz varmışken otobüsüm gelmişti. Üstelik boştu da. Çok sık karşılaştığım bir durum değildi. Genelde ayakta dönüyordum eve. Bu kadar cazipken binmek, ben binmeyip AVM'ye gittim. 3. Kata çıktım ve kitabı elime alıp okumaya devam ettim. Alsa mıydım acaba? Ama param yoktu.

Bu olay hafta sonuna kadar devam etti. Cuma günü kitabı yerine koyduğumda 30. sayfaya gelmiştim. Etik bir davranış olmadığının farkındaydım ama kitap acayip içine çekiyordu beni. Hafta sonu kurstan alacağım olan para yatmıştı. Pazartesi kursa gitmeden önce otobüsten indikten sonra 20 TL çektim. Kurs çıkışında direkt AVM'ye gittim. Alacaktım artık. Ama...

AVM'ye gitmediğim o iki günde satılmış olmalıydı kitap. Tek bir tane vardı ondan. Peki şimdi ne olacaktı? AVM'nin yanında kitapçıların olduğu medreseye gittim. Her zaman kitap aldığım kitapçıya gittim. Diyeceksiniz ki "Hani kitap okumadın 2003'deki o olaydan sonra?" Evet okumadım. Ama kitap hediye etmeyi çok severim okumasam da. Birde bende 20 TL var ve "Olasılıksızda" 20 TL. Hediye paketi yaptırınca 1-2 TL düşüyorlar. 18 TL'ye kitabı alarak çıktım. Elimdeki poşette kendime aldığım okuyacağım hediye paketli bir roman vardı. Kalan 2 TL ye otobüs bileti aldım ve düşündüm: "Şimdi buradan binersem, oturarak gidemem ve O otobüste kıskandığım insanlar gibi kitap okuyamam." Bu yüzden iki durak öncesine yürüdüm ve otobüsümün gelmesini bekledim. Otobüsüm geldi ve bindim. En arka pencere kenarına oturdum. Biri inme bahanesiyle beni rahatsız edemesin diye. Ama şansıma yanıma dört tane zibidi kılıklı çocuk oturdu. Durmadan konuşuyorlar. Takılmadım. Hediye paketinden çıkartıp, kitabı okumaya başladım en baştan.

Otobüs normalde bineceğim yere AVM'nin karşısına gelmişti. Yanımda oturan çocuk elini cama uzatıp, iki kere tıklattı ve dışarıya eliyle kalp işareti yaptı. "Kitap okuyorum farkında mısın?" diyemedim ama... Otobüs tam hareket edecekken, sayfa bitmiş diğer sayfaya geçecekken kafam istemsiz pencereden dışarıya döndü
ve...

Sanırım bu kareyi ömrüm boyunca unutmayacağım: "Otobüs hareket etmeye başlıyor. Saçları örgülü ve örgülü olan saçları sağ omzundan göğsüne doğru duruyor. Kocaman renkli gözleri ve gülümsemesi... Başım otobüsün hareket etmesine bağlı olarak sürekli gerimde kalan o kareye odaklı olarak geriye dönüyor."

Görüş açımdan çıktıktan sonra kapanmış olan kitabın kapağı ile karşılaştım. "Olasılıksız - Adam Fawer"

Evren mesaj veriyordu bana. Belki ömrün boyunca bir daha görmeyeceğin birine platonik aşık olmak üzeresin. Yol yakınken vazgeç. Çünkü bu "OLASILIKSIZ".

O gün ilk 200 sayfayı uyuyana kadar okumuştum. Her sayfayı çevirirken aklımda o kare vardı. İmkansızı bu kadar çok seven ben yeni bir aşka yelken açıyordum. Uyandım.

Hazırlandım. Tam saatinde otobüse binip Her zamanki saatte otobüsten indim. Dün bütün paramı kitaba ve otobüs biletine vermiştim. ATM'den para çekmek için sıraya girdim. Önümde 5 kişi vardı. Aaa biri gitti kaldı 4. Etrafa bakınıyordum. Yanıma aldığım kitabı çıkarıp okusam yadırgarlar mıydı acaba? Vazgeçtim. Etrafa bakınırken az önce benim indiğim otobüsün yerinde başka bir otobüs duruyordu ve arka kapısından bir kız indi. Arada 200 metre olmasına rağmen tanıdık geliyordu. Bana doğru yaklaşıyordu. Sırada 3 kişi kalmıştı. Yaklaştıkça daha bir tanıdık geliyordu. Son 5 metre. Bu O. Üzerinde okul kıyafeti var. Saçları örgülü ve sağ omzundan öne doğru salınmış. Gözleri... Yere bakıyor... Göremedim. 1 metre kaldı. Ve gözgözeyiz. Bu kesinlikle O. Gözleri kocaman ve masmavi. Sırada 1 kişi kaldı.

Bir karar vermen gerekiyor Mehmet! Para çekmen lazım, kurs 5 dakika sonra başlayacak. Ama diğer yandan da dün saatlerce düşündüğün kız gözden kaybolmak üzere....

Koşmaya başladım. Yaklaştım. Yaklaştım. Son 5 metre. Son 1 metre. Elim omzuna değmek üzereyken durdum.

Eee arkasını dönecek. Ne diyeceksin? Olayları anlatman bile yarım saat sürer. O okula, sen kursa gitmek zorundasın. Sana ne cevap verecek? Seni tanımıyor!

Vazgeçtim... O benim OLASILIK'SIZIM'dı artık.

...



"...'Satranç hayat gibidir David,' demişti babası. 'her parçanın kendi işlevi vardır. Bazıları zayıftır, bazıları ise güçlü. Bazıları oyunun başında işine yarar, bazılarıysa sonunda. Ama kazanmak için hepsini kullanmak zorundasın. Aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz. On parçanı kaybedip, yine de kazanabilirsin oyunu. Satrancın güzelliği budur işte. İşler her an tersine dönebilir. Kazanmak için yapman gereken tek şey tahtanın üzerindeki olası hamleleri ve anlamlarını iyi bilmek ve karşındakinin ne yapacağını kestirebilmek.'

'Yani bu geleceği tahmin etmek gibi bir şey mi?' diye sordu Caine.

'Tahmin etmek imkansızdır. Ama şimdiki zamanı çok iyi bilirsen geleceği kontrol edebilirsin.'..."


10 Yorum: