2 yıl, 4 ay, 17 gün, dakikalar ve saniyeler... İnsanın sevdiği bile olsa karşısındakine güvenmesi tamamen mümkün mü? Ahh tabi ki değil aptal kafa. O halde tamamen değilse ne kadar güvenebilir en fazla? Asıl soru bu işte...
Ben çalışıyorum, O ise okuyor. Hafta içi çıkışlarda beraberiz. Ama birşeyler yapmak için yeterli vaktimiz olmuyor. O'nun gecikmeden eve dönmesi gerekiyor. Kendi yorgunluğumdan şikayet etmeyeli o kadar oldu ki bahsetmiyorum bile... Hafta sonları da sık sık olmasa da yemek, sinema, arkadaşlarla kafede sohbetler...
En çok eşli bowling maçlarında kazandığımızda ki sevinci beni mutlu ediyor.
Beraber yaptığımız şeyler bu kadar değil. Meselâ eve dönüşte yüksek bir tepede güneşin batışını seyrederiz; başı omzumda, şarkı mırıldanarak.
Hatırladım da bir keresinde gezmekten yorulup, işlek bir caddede dakikalarca oturacak bank aramıştık. Bulduğumuzda soluklanırken beni dürtüp "Şu gelen varya parmağında yüzüğü yok ama evli bence." demişti. Ben de: "O da birşey mi? Mesela şu kızın yanındaki büyük gözlüklü çocuk bugün en az 150-200 kız kesmiştir." demiştim. Derken kendimize yeni bir eğlence yaratmıştık.
Yazdıkça aklıma geliyor... İkinci el kitaplara bayılır, içinden çıkan notları, sözleri okuruz. Sahaflarda saatlerce eli yüzü düzgün eski romanlar ararız. Okudukça, evimdeki sırf bunlar için kendi yaptığım kitaplığa ekleriz. Buna koleksiyon diyebilirsiniz. O, hiç görmemişti.
Hiç unutmam bir gün aceleyle yanlış otobüse binmişiz. Hava karanlık, konuşmaya dalmışız. Bilmediğimiz bir semte gitmiştik. Taksiyle son sürat eve gitmesi gereken saati biraz geçmesine rağmen yetiştirmiştim.
Harika bir gülümsemesi vardır. Fotoğraf çekmeye ve çekilmeye bayılır. Dün erinmedim saydım sadece onun olduğu 345 fotoğraf, beraber çekindiğimiz 767 fotoğraf var.
Fotoğraflardan birinde tren garındaydık. Tutup kolumdan oraya götürmüştü. Oturduk saatlerce tek kelime etmeden. Bir sürü fotoğraf çekti. Hiç bir anlam verememiştim. Fotoğrafları bastırıp bir zarfla elime tutuşturdu. Hatırladıklarım hakkında hikayecikler yazmamı istemişti. Fotoğrafların arkasına hikayecikler yazdıktan sonra ona vermiştim. Fotoğraflardan bir tanesini tekrar bana vermişti. Arkasında "Beni asla bu şehirde tek başıma bırakma..." yazıyordu. Bütün herşeyi anladığımda kendimi çok garip hissetmiştim.
Hastaydım birkaç gündür. Yalnız yaşıyorum. Yapabildiğim tek şey yaşadığımız güzel anları yazmak, hatırlamak, canlı tutmak... Ama bana yapacağı bol limonlu sıcak bir çorbayı içirmesini daha çok isterdim. Fakat evime gelmeyi hiçbir şekilde, hiçbir zaman kabul etmedi... Konuyu büyütüp huzursuzluk çıkmasını hiç istemedim. Ama düşününce mantıklı bir sebep bulamıyorum. Beraberken ellerini aramızdan geçmeye çalışanlar olduğunda bile bırakmıyorum. Yeri ve zamanı olmadan onu öpüyorum. Hatta vedalaşırken canımı acıtacak kadar sıkı sarılır bana... Ama evime gelmeyi kabul etmedi... Eskidiği için değiştirmek istediğim mobilyaların yenilerini bile o seçti ama evde nasıl durduğunu hiç görmek istemedi...
Ona başka türlü dokunmamdan mı korkuyor? Nasıl düşünebilir ki bunu... Dışarıdayken benden çok o öpmek ister bazen... O zorlar beni sonuna kadar herşeyde... Bunu sadece bir kez sordum. Gelmek istemediğini, tekrar sormamamı söyledi... O günden beri sadece şakayla karışık bir kaç kez denedim. Lafı öyle güzel çeviriyor ki...
Aklıma bir plan geldi... Riskliydi ama benden, evimden korkmamasını sağlayacaktı.
Pazar günüydü. Mesaj atıp, kafede buluşalım dedim. Birkaç saat sonrasına anlaştık. Heyecanlıydım. Daha önce hep O planlar yapardı ben dahil olurdum. İlk defa bu kadar büyük bir plana girişiyordum. Sanki hissetmiş gibi uygun giyinmişti. Saçları da harika gözüküyordu. Saçlarını, yukarıda topuz yapıp boynunu öpülmeye müsait hale getirmiş bir kadının çekiciliğine karşı konulamaz ki... Çok sık olmasa da böyle yapardı.
Konuşurken uygun anın geldiğini hissettiğimde lafa girdim:
-Tren garında ki sürprizini hatırlıyorsun değil mi?
+Hatırlamaz olur muyum. Günlerce şaşkın şaşkın ortada dolanmıştın. Güzeldi, neden sordun ki?
-Beni oraya götürürken hiç konuşmadan sadece sana uymamı, yanında durmamı söylemiştin.
+Evet. Çünkü konuşursan ağzımdan laf alırdın. Bütün sürpriz kaçardı.
-Aynen. Bu yüzden çok merak etsem de hiç soru sormadım. Şimdi aynısını ben senden istiyorum.
+Tekrar tren garına mı gidiyoruz?
-Soru sormak yok! Kabul ediyor musun?
+Hatırlamaz olur muyum. Günlerce şaşkın şaşkın ortada dolanmıştın. Güzeldi, neden sordun ki?
-Beni oraya götürürken hiç konuşmadan sadece sana uymamı, yanında durmamı söylemiştin.
+Evet. Çünkü konuşursan ağzımdan laf alırdın. Bütün sürpriz kaçardı.
-Aynen. Bu yüzden çok merak etsem de hiç soru sormadım. Şimdi aynısını ben senden istiyorum.
+Tekrar tren garına mı gidiyoruz?
-Soru sormak yok! Kabul ediyor musun?
Biraz düşündükten sonra kabul etti. Çok şey istemezdim ondan. Nadiren geri çevirirdi. En azından bu konuda güveniyordu... Taksi çevirip kağıtdaki adrese gitmesini söyledim. Yaklaştığımızda epey sessizleşti. Benim evime doğru gidiyorduk. Hissediyordum soğukluğunu. Soracak olup vazgeçti. Ama anlıyordum. Daha önce hiç görmemişti evimi, bulunduğu yeri ama kabataslak biliyordu adresi. Taksiciye parasını verip indik.
+Neresi burası?
-Kuralları unutma. Eğer uymayacaksan geri dönebiliriz.
-Tamam ama burası...
Sözünü bitiremedi. Elini kavradım, binaya girdik. Şansımıza asansör bozulmuştu. En azından O öyle sanıyordu. Yüksek olmasa da topukları merdivenden çıkarken zorluyordu O'nu. Yavaş yavaş çıkıyorduk. Oval bir merdivendi. Eskitilme yapılmış, güzel bir binaydı. Ortalık çok sessizdi. Daha iki kat vardı. Nefes alış verişlerini duyabiliyordum. Kafasında binbir türlü şey vardı. Hissedebiliyordum.
+Geri dönmek istiyorum.
-Neden ki geldik sayılır?
+Bilmiyorum ama istemiyorum.
Ellerimi bıraktı ve inmeye başladı.
İsmiyle seslenip:
-Ama ben böyle yapmamıştım. Şimdi gidersen biliyorsun ki üzüleceğim.
+Gelmek istemiyorum. Lütfen böyle konuşma. Başka birşey yapalım.
Hiçbir şey söylemedim. Sadece gözlerine baktım. Durmuştu. Elimi uzattım tekrar. Tam geri çekecek gibi olduğumda tutuverdi.
+Neresi burası söyle lütfen. Şu anda senin evinin bulunduğu yerdeyiz ve burası senin evin. Gelmek istemediğimi biliyorsun. Neden böyle yaptın?
-Sürpriz. Tabi ki bozmazsan.
+Defalarca söyledim bunu sana. Bir daha bu konunun açılmaycağını düşünüyordum.
-Zorlamıyorum seni. İstediğini yapabilirsin. Ama benimle gelmez isen pişman olacaksın. Telafi etmende mümkün olmayacak.
Birkaç basamak daha indi. Kenarlıktan tutunuyordu. Durup tekrar bana döndü. Hâlâ ona bakıyordum kıpırdamadan.
+Aptallık bende neden ısrar etmedim gelmeden önce ki...
Tekrar basamakları çıkmaya başladı. Elimi uzatmadım. Ama o tutuverdi.
-Bir kat kaldı sadece. Asansörde tam bozulacak zamanı buldu... Asansör ile çıksaydık böyle olmazdı.
Sadece beyaz bir yalan... Planın bir parçası.
Sadece beyaz bir yalan... Planın bir parçası.
+Neler olacak merak ediyorum...
Gelmiştik artık. Zile basmış olmam O'nu epey şaşırtmıştı.
+Ailen ile mi tanıştıracaksın yoksa?
-Birileriyle tanışacaksın ama ailemle değil.
+Neresi burası?
Kapı açıldı. Karşımızda bir bayan vardı.
*Tam zamanında geldiniz. Hoş geldiniz, buyrun içeri.
O'nun yüzündeki merak, endişe, şaşkınlık çok bariz belli oluyordu. Buranın benim evim olmadığını içeri adım atar atmaz anlamıştı. Bir dans kursuna gelmiştik. Konuşmayı unutmuş gibiydi. Kısa bir tanışmanın ardından Dans salonuna geçtik.
-İkimizinde dans konusunda yeteneksizliği malum. İleride lazım olacak diye düşündüm. Hasta yatarken aklıma geldi. Araştırdım ve bana yakın olmasından dolayı burayı seçtim. Farklı ve güzel zaman geçirip dans etmeyi öğrenebiliriz. Ben kaydımızı yaptırdım.
+Sen nasıl bir çılgınsın bilmiyorum ki... Bu nerden çıktı böyle, ne gereği vardı. Hem biz yapamayız biliyorsun.
-Biliyorum. İşte tam bu yüzden yapmalıyız.
Bir anda sarıldı. Fısıldayarak kulağıma güzel şeyler söyledi. Utanır kalabalık içinde...
-Haftada bir gün bu saatlerde. Öğlen 2-4 arası. Uygun diye düşündüm.
+Bilemiyorum çok ani oldu. Düşünmem lazım.
-Düşünme kabul et.
+Peki tamam.
-Başlayalım hadi.
+Şimdi mi?
...
Harika iki saatin ardından yorgun, argın ve bitik halde kendimizi dışarı attık. Ayaklarıma bilerek basmıştı bence. Olurdu ama bu kadarı da pes dedirtmişti. Öğrenecekti. İnşallah.
-Şimdi ne yapalım?
+Ben bitiğim, daha fala birşey yapamam. Kolumu kaldıramıyorum.
-Alışveriş yapalım mı?
+Ne alışverişi?
-Enerjimizi yeniden toparlayalım, yiyecek birşeyler alalım. O bahsettiğin hünerli ellerini test etmiş oluruz hem.
+Hayır sana gitmiyoruz.
-Neden ki?
+Off başlamayalım lütfen.
-Hemen şurası ne olacak. Yorgunuzda hem?
İşe yaramalıydı... Dans ederken ne kadar mutlu olduğunu görmüştüm. O'nu eve gelmesine ikna edecek kadar mutluydu. Hayır dememesi gerekiyordu. Pişmanlığı da vardı. Evime geldiğimizi düşünüp bambaşka birşeyle karşılaşmıştı. Üstelik zaten evime gelmeyi göze almıştı. İnatçıydı. Ama kaçacak yeri kalmamıştı.
+Alışveriş arabasını sen sürersin, Poşetleri sen taşırsın ve yemeği ben değil sen yaparsın.
-Ama ben...
+Bence şansını zorluyorsun.
-Pekala kabul.
Nasıl başarıyordu bilmiyorum ama işte... Anladınız...
Evime çıkarken asansörde yüzünde hala ufak bir endişe sezmiştim.
Kapıyı açıp, poşetleri mutfağa koyduk. Hemen evi keşfetmeye başlamıştı bile. Sanki buraya aitmiş gibi rahat ve normal davranıyordu. Yiyecekleri beraber yerleştirdikten sonra elimle belini kavrayıp yanıma çektim ve arkamızı döndük. Stüdyo tipi bir evim vardı. Kocaman bir salon. Onun beğenip seçtiği eşyaların tamamı karşımızdaydı. Beraber dolaştık evin içinde. Ama acıkmıştık. O kanepeye uzanıp televizyona bakarken, ben en iyi yaptığımı düşündüğüm bolonez soslu makarna yaptım. Bakmayın öyle; yorulmuşuz, basit çabuk hazırlanacak birşey olmalıydı zaten. Hem daha meyve var. Patlamış mısırda yapacağım.
...
Bir sürü film almıştım. O romantik komedi seçti. Üçlü koltuğa kurulduk. Kola ve patlamış mısırımızda hazırdı. Ben filmden çok O'nu izliyordum. Göğsüme başını koymuştu. Saçlarının kokusu o kadar güzeldi ki... Arada filmi izliyormuşum gibi yapıp, O'nunla beraber gülüp, bazı sahneleri hakkında yorum yapıyordum. Sonrasını sadece o biliyor.
...
Aptal ben uyuyakalmışım. Bıraktığı notu gördükten sonra hemen aradım. Fazla kalamazdı biliyordum. Zaten filmden sonra bırakacaktım O'nu. Anlattığına göre kıyamamış uyandırmaya. Üzerime bir bataniye örtüp, birde not bırakıp çıkmış. Notunda küçük bir sürprizden bahsediyordu ama anlayamadım. Telefonda da sormayı unuttum. Kendime çok kızmıştım. Güzelim gün böyle bitmemeliydi...
Ertesi sabah iş vardı. Bir haftadır hastalığımdan dolayı izinliydim. Bir kaç saat sonra tekrar uykuya dalmıştım. Kafam o kadar dağılmıştı ki alarm kurmayı unutmuşum. Geçikmemek için birazcık atıştırıp, apar topar çıktım evden.
Herşeye rağmen iyiydim. Dünkü yorgunluğumda kalmamıştı. Ama bu insanlar bunu nasıl farkedebiliyordu... Hiç tanımadığım insanlar bana gülümseyerek bakıyordu. Bu bir şekilde bana tanıdık geliyordu. Dejavu diyebiliriz. Bugüne kadar hiç bana gülümsemeyen muşmula suratlı çaycı bile gülümsemişti. Hatta baya baya gülmüştü. Mutluydum evet ama...
Yerime geçip çantamdan dosyaları çıkarttım. Şef'e gözükmeden önce bi lavaboya gittim. Ve...
Bizim akıllı romantiklik olsun diye izlediğimiz filmdeki gibi yanağımda ruj izi bırakmış. Ben akşamdan bu yana ayna yüzü görmedim ki farkedeyim. Küçük bir sürpriz dediği buydu büyük ihtimal. Ama bu istemeden oldukça büyümüştü. Hemen O'na mesaj attım:
Sayende bütün işyeri arkadaşlarım :-) tanımadığım bi taksi şöförü :-) hiç bilmediğim onlarca insan :-) hatta en kötüsü bizim çaycı bile bir sevgilim olduğunu biliyor sanırım :-) Bu en iyi ihtimal. Bir sürü dedikodu çıkacak hakkımda :-( Sebebi ise şu an işyerinde farkettiğim küçük sürprizin.
27 Yorum: