Benim Adım Ne?

Her zamanki gibi ikinci ertelenen alarm sonunda uyanmıştım. Çift kişilik yatakta tek yatmanın en kötü yanı yatağı kendinizin toplamasıdır eğer bir erkekseniz. Bazen eliniz yatağın boş tarafına gitmiyor değil. O biraz sıkıntı işte... Biraz dağınık birisiyim. Yalnız olmanın en güzel tarafı bu...



Her insanın bazı eğlenceleri vardır. Mesela ben işe gitmek üzere otobüs durağına gidene kadar değişik şeyler yaparım. Örneğin kaldırım taşları arasında rengi farklı olan taş ile selamlaşırım; o özeldir benim için. Sonra çöp tenekesinin yanında beni bekleyen tekir kediye biraz mama veririm. Bir adı olsun istemedim. İsim vermek bağlandırır.  Büfe önüne bırakılan balya şeklindeki gazetelerin en üstte olanından bir satır okurum. Sonra bir banka oturur sabahın henüz kirlenmemiş temiz havasını solurken insanları izlerim.



Bugün her şey aynı şekilde ilerlerken garip bir şey oldu.



Yine oturmuş etrafı izlerken elinde şemsiye, altında pijama üzerinde kazak olan bir kız gördüm. Mevsim kış olsa anlarım. Sabah olmasına rağmen hava gayet güzel. Üstelik yağmur yağmıyor ki... Kız bir eliyle şemsiyeyi tutuyor diğer eliyle de sanki yanındaki birinin elini tutuyormuş gibi havada bekletiyordu. Önümden geçti ve kendi kendine konuştuğunu farkettim. "Kulaklık vardır heralde kulağında dedim." Ama o olağan dışı durum beni kendine çekti. Takibe koyuldum.


Kulaklarına bakmaya çalışıyordum fakat uzun saçları kulaklarını kapatmıştı. Kulaklık olup olmaması beni ne ilgilendirirdi ki... İçimde bir ön yargı vardı... "Bu kız deli..." Doğru olmadığını kendime ispatlama çabası işte... Saate baktım. On dakikam daha var... 

Nereye gidiyor bu kız bilmiyorum ama hala kulaklarını göremedim.
Kabloda gözükmüyor... Hali pek iyi değil... Kendine bakmadığı ortada. Bir simitçiden iki simit aldı. Dakikalardır yaptığı en doğru davranıştı belki de... Çok severim, bende aldım.



Deniz kenarına doğru giden yola saptı. Benim için burası bir dönüm noktasıydı. Geri döndüm mecbur. Durağa doğru attığım her bir adımda aklımı kurcalayan sorularla uğraşıyordum. Dakikalar içinde iş sadece bir kulaklık olmaktan çıkmıştı. Bu kız ne yapıyordu?



İnsanın içine böyle hisler kolay doğmaz. Geri adım atmış, vazgeçmişken peşinden gitmek istedim. Aradan 3 dk geçmişti ama tahminim doğruysa deniz kenarına gidiyordu; yakalayabilirdim O'nu...



Bir dakika sonra görüş alanıma girdi. Yanından geçen herkes O'na bakıyordu. Bu farklılığı farkeden tek ben değilmişim demek ki...



Deniz kenarında yakaladım O'nu. Yakınındaki bir banka oturdum ve kalan simidimi yemeye başladım. Kız simitleri 4 parçaya ayırdı. İkisini bir tarafa ikisini bir tarafa koydu. Sonra bana döndü ve bir şeyler söyledi...


Gözlerimin içine bakarak söylemedi sanki... Bana söylediğinden eminde değilim. Sonra simidi ısırmaya başladı. Birinci parçayı bitirdi ve ardından ikinci parçayı alıp ayağa kalktı. Denize doğru yürümeye başladı. Bir parça koparıp martılara attı.Ardından bir daha.Ve sonra yüreğimi kaldıran o hareketi yaptı...



Ağlıyordu... Trabzanları aştı ve diğer tarafına geçti. Hızla ayağa kalkıp koşmaya başladım. Ellerini trabzandan bıraktı. Hafif eğilmişken belinden yakaladım...

Heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibiyken: "Deli misin sen? Ne yapıyorsun?" diye ağzımdan kelimeler dökülmeye başlamıştı. Hala ağlıyordu. Çekip diğer tarafa geçirdim zorlanarak. Sonra yüz yüze geldik...

Göz altları morarmış, gözleri kızarmış, dudağının rengi çok koyu tonlarında kırmızı... Ruj sürmüş gibi... Tel tel saçları yüzünü kapatıyordu. İstemsizce saçlarını kulağının ardına götürdüm. Ardından bana sarıldı ve "Geleceğini biliyordum." dedi.

"Aldık başımıza belayı" demeye kalmadan beni öptü. Olanlar benim hayatım için oldukça hızlı gelişiyordu. Son 30 saniye içinde olanları hayatımın geri kalanında yaşadıklarımla bir tutabilirdim. Ve o an çok utandığım bir hareket yaptım. 

Onun yerinde ben ve benim yerimde o olsa attığım tokadın bir anlamı olabilirdi belki. Neyi neden yaptığımı bilmeden ona sertte olmasa vurmuştum. Tamam hadi sert olsun ama isteyerek değildi. Her şey hızlı gelişiyordu... Yere kapaklandı ve sonra duraksadı. 




Yürüyemeyecek kadar bitkin haldeydi. Bir süre sessizce ona omuz vererek geldiğimiz yolu tekrar dönüyorduk. Ama iyice halsiz düşünce kucağıma almak zorunda kaldım. Çok konuşmadık. Sadece evini tarif ediyordu. Yine istemsizce bir soru çıktı ağzımdan. "Uyurgezer misin?"



Cevap vermedi bir süre... Sonra "evet" dedi. Ardından "iyi ki hayatımdasın" dedi. "Hayır, ben senin hayatında değilim, sadece sana yardımcı oluyorum. Ve mümkünse bir daha görüşmek istemiyorum." dedim.


Demez olaydım, kalan son gücüyle benden kurtulmak için çırpındı. Bir anda sokak ortasında zorla bir kızı bir yere götürmeye çalışan biri imajına büründüm. Ne yapmaya çalışıyordu anlamıyordum. Vurmaya başladı bana. "Yine gideceksin, yine gideceksin. Hep gidiyorsun. Bunu bana yapamazsın!"

"Yere bırak, hiç karşılaşmamış gibi uzaklaş" evet iç sesim bunu diyordu. Ama ben ne yaptım...

O'na O'nun dilinden konuşup, O'nun gibi davranacaktım. Yüzündeki kızarıklık daha belirgin hale geliyordu. Keşke O'na vurmasaydım. Neyse, yapacak bir şey yok geçti artık. "Yürüyebilecek misin?" dedim. Evet dedi.

Biraz destek olarak evine kadar gelmiştik. Bizim apartmana benzeyen ve yakın bir apartmana girdik. Sanki daha önce bir arkadaşıma gelmiştim. "Hatırlıyor musun buraya ilk geldiğimizde istememiştin işe uzak diye ama manzarayı gördüğünde kalakalmıştın?" dedi. Sanki bunu daha önce de duymuştum. Ama anımsayamadım. "Evet canım manzarası harika." dedim. Kapısının üzerine "Burası senin evin anahtar her zaman ki yerinde." notu yazmış. Nasıl bir deliye rastladım Allah'ım diye içimden geçirirken kapıyı benim açmamı istedi. "Anahtar nerede." dedim. "Onu sen benden daha iyi bilirsin hayatım." dedi gülümseyerek... Sabret, az kaldı diye içimden geçirirken, hatırlayamıyorum bana yardımcı olur musun canım?" dedim. "Kımıldama" dedi. Bana doğru yöneldi ve elini arka cebime soktu. "Hey o benim anahtarım. Orada olduğunu nereden biliyorsun." dedim. Anahtarı bana geri verdi. "Kapıyı açar mısın?" dedi gülümseyerek. Gönlü olsun diye anahtarı kilide soktum ve çevirmeyi denedim. Ve kapı açıldı...

Beni içeri itti ve kapıyı kilitledi. "Sen ne yapıyorsun!" demeye kalmadan bir iğne batırdı bacağıma."

...

Uyandığımda sabah özenle düzenlediğim yatağımdaydım ve karşımda dolmuş gözlerini bana doğru yöneltmiş garip görünümlü bir kızla uyandım. Komodinin çekmecesini çıkartıp bana bir deste fotoğraf gösterdi. Her fotoğrafın arkasında bir not yazıyordu.

1. Fotoğraf: "Senin adın ne?"

2. Fotoğraf: "Bu fotoğrafı nerede çekindik?"

3. Fotoğraf: "En sevdiğin renk ne?"

4. Fotoğraf: "Boynundaki bu yara nasıl oldu?"

5. Fotoğraf: "Yanındaki bu insanlar kim?"

...



Hiçbirinin cevabını bilmiyordum. Karşımda üzerindeki o garip kıyafetlerini çıkarttı ve yatağa oturdu. Artık anımsıyordum.

Anlatmaya başladı.


"Ben senin sevgilinim." Seninle beni kurtardığın deniz kenarında tanıştık 3 yıl önce. Bu kazak senin en sevdiğin kazak ben sana aldım. Bu şemsiyeyi sen bana almıştın. Martılara simit atmaya bayılırsın. Yüzümdeki bu morluklar senin eserin fakat seni seviyorum hala. Senin adın Mehmet. Bu fotoğrafı İzmir'de ilk tatilimizde çekindik. En sevdiğin renk pijamamın rengi olan deniz mavisi. Boynundaki bu yara geçirdiğimiz araba kazasında oldu. Yanındaki bu insanlar ailen-di. Kazadan sonraki yaşadığın değişime tahammül edemeyip seni hastaneye yatırdılar. Ben seni oradan kaçırdım.

Hatırlıyor musun?

Hatırlıyordum. Hepsini, her şeyi...

Benim adım ne?

İşte can alıcı soru... Hatırlayamıyorum... Hatırlayamıyorum....

Sorun değil. Hatırlayamadığını biliyorum. Bundan önceki bir yıl boyunca hatırlayamadın. Ama ben yanındayım ve seni seviyorum. Şimdi biraz uyu. Uyandığında yanında olacağım yine.

Dudaklarımdan öptü ve gözlerimden bir damla yaş aktı. Yanıma uzandı. Gözlerim kapandı.

8 Yorum: