Yanındayım

"Güneş henüz yeni doğmuş, sabahın soğuk esintileri güneşin sıcaklığını tatlı bir melteme dönüştürüyordu. Saatlerdir haber alamıyordum O'ndan. Dün çok heyecanlıydı. Babasına bir arkadaşında kalacağı yalanını yutturmuş, henüz yeni tanıştığı erkek arkadaşıyla beraber zaman geçireceklerdi. Rahatsız etmemek için arayıp sormadım. Ne giyeceğini, saçlarını nasıl yapacağını, hangi kokuyu süreceğini, hangi ojenin daha iyi olacağını, hangi ayakkabının daha uyumlu olacağına kadar belirlemiştik saatler sonra. Hoşuma gitmese de bunları yapmak, benden isteyince bir şeyi hayır deme şansım yoktu. Son halini gösterdikten sonra çıktı."

Herhangi biri farketmezdi. Kız arkadaşlarından bile kıskanabiliyordum O'nu. Hatta kardeşinden bile. Hazırlandığı bir erkekti. Bu düşünce beni mahvetse de elimden gelen hiçbir şey yoktu... Henüz yeni tanışmış olduğu bir erkeğe olması gerekenden çok fazla ilgi gösteriyordu. Çok etilenmişti belli ki. Bunu bana söylediği anı hatırlıyorum. "Birinden hoşlanıyorum. Sana anlatacağım." içimde dallarımda duran binlerce kuş aynı anda ürkerek havalanmış hissine kapılmıştım. Bir gün bu sahneyi yaşayacağım belliydi. Ama düşüncesiyle o anı yaşamak arasında bile uçurumlar vardı. Yaşadığımı tarif etmek imkansız. Detaylardan bahsederken yazdığı her bir kelimede bir damla yaş süzülüyordu gözlerimden. İşin kötüsü O'na aşık olduğumu bildiği halde, bilmemezlikten geldiğimiz bu oyunda, oscarlık performans sergiliyordu. Oyun bittiğinde alkışlar gibi performansını: "Hayırlısı..." dedim.

Dakikalar yıllar gibi gelmeye başlamıştı. İçimden bir ses bir şeyler işler ters gidecek diyordu. Aslında gitse fena olmazdı. Üzülür ben bir şekilde onu ayağa kaldırırdım. Kapılıp gider sonra üzülürse? 

İzlemem gereken filmler listesinde sırada "The Notebook" vardı. Hep O'nunla beraber izlemeliyim diye ertelemiştim. Kaderde yalnız başıma ağlaya ağlaya izlemek varmış. Geçmeyen saatlere acı verici başka bir çözüm... 

İzlediğim filmlerde, dinlediğim müziklerde, okuduğum romanlarda, karşıma koyduğum O insan; şimdi bir başkasıyla bunları yaşıyor ve bende kuzu kuzu bekliyordum. Elim telefona gitti. "Nasıl gidiyor?" diye sorsam acaba O'nu sıkıntıda bırakır mıyım? Yanındaki "O kim?" dediğinde "Bir arkadaşım." cevabını verirse daha çok üzülürdüm. Bu düşüncenin ardından kendimi bir hesaplaşmanın içinde buldum. "Peki sen O'nun neyisin?"

Başı sıkıştığında kardeşi, tavsiye istediğinde arkadaşı, ağlamak istediğinde dostu, gülümsemek istediğinde romantik aşığı... Bu girdapta nasıl yorulmuyordum acaba. Belki de çoktan yorulmuştum.

Aklıma kardeşine sorma fikri geldi. Kardeşi bu konularda pek sıcak değildi. Arada laf taşıyan insan olmak istemiyordu. Ve benim ablasına aşık olduğumun da farkındaydı. Israrla siz arkadaşsınız deyip duruyordu. Ama gözümü karartıp sordum. "Bırak bu günü yaşasın." cevabı aslında ne kadarda doğruydu... Bıraktım.

Kızamıyordum, hakkım yoktu O'na aşıkken O'nun başkasıyla olmasına karışmaya... Kendinin bir sözü vardı: "Bir kız bir erkekle ilk karşılaştığı an O'nunla arasında neler olabileceğinin hikayesini görür bir kaç saniye içerisinde. Senin ile olan hikayemizde maalesef aşk yok." Kulaklarımda yankılanıyor bu dürüst, samimi sözü. Ama O'na olan aşkıma engel olamayacak kadar da cılız... 

Hakkını vereyim. Sanırım canımı bu hayatta bu kadar acıtabilecek tek insan O... Daha birkaç saat önce tanıştığı o kişiyi bana onunla birlikte geçirdiği saatten uzun anlatması gibi bir işkencesine maruz kalmıştım. Kızların anlayamadığım böyle garip bir huyu var. Eğer anlatmak istiyorsa ki seni en yakını olarak görüyorsa bu kaçınılmaz, canını acıtabileceği ihtimali ne o anda, ne o andan sonra aklına gelmiyor. Ve kötü insan olmamak için olumsuz tek bir şey söyleyemiyorsun. Buna rağmen bir sorun olduğunda "neden beni uyarmadın aptal!" deme cüretini bile gösterebiliyorlar. 

Bu çocuktan öncesi de olmuştu, benzer olaylar farklı hikayeler. Birde demez mi: "Elimden gelen her şeyi yapıyorum ama değmiyor hiçbirine... Hiç mi adam gibi birine denk gelemeyeceğim.

Artık O'nu anlamaya çalışmaktansa yaşamaya karar vermiştim. Çünkü imkansıza yakın bir ihtimaldi. İçimdeki huzursuzluk yine nüksetti. Bu hissi hiç sevmiyorum. Konu o olunca içimdeki huzursuzluğun hiçbir zaman iyiye dönmesi mümkün olmamıştı. Arayamıyordum da... Düşünmemeye çalışmak durumu içinden çıkılmaz bir hale sürüklüyordu. O'nun herkesi kendi gibi saf ve temiz sanması başına hep bela olmuştu. "Yine hep aynı şeyi söylüyorsun ama hep farklı şeyler oluyor diyeceksin ama bir daha olmayacak." dese de artık ikimizde çok iyi biliyorduk ki beni göremediği sürece daha çok bu sözünü tutamayacaktı... 

Saatler zamana demir atıyordu sanki. Güneş batalı 3 saat olmuş ama hava hala aydınlık gibiydi. Haber verebilirdi. bir çok fırsatı olacağından emindim. ama telefonuma operatör ve reklamlardan başka mesaj gelmiyordu... Bunları düşünürken soğuyan kahvemden bir yudum aldım. Uyumayı düşündüm. Ya ararsa diye bunu yapamadığımı hatırladım. Telefonum çalacak ve "Sana ihtiyacım var." diyerek yerini söyleyecek gibi hissediyordum. 

Gece yarısını geçeli epey olmuş, prenses hala külkedisine dönüşmemişti. Meraktan öte araya gurur girmiş, eğer kendini merak ettiğimi bildiği halde haber vermiyorsa ben neden onu arayım düşüncesiyle kuduruyordum. Ve telefonum çaldı. Masanın üzerinden alacakken bu fon müziğinin kardeşine ait olduğu canlandı gözümde. Hızla giderken bir andaki o yavaşlama durumu, tarif edilmez bir histi. "Ablamdan bir haber aldın mı? Telefonu kapalı.

Nerelere gideceklerini biliyordum. Dışarı çıkıp, arabaya atlayıp, yola koyulma hızımı ölçseler, ışınlanmanın bulunmasına çok az kaldığını anlarlardı. İlk başlarda ışıklara uyarak gitsem de sonra kırmızı ışıklar, arabanın gidebileceği maksimum hız limitler, sınırlar, kurallar artık gözümde yoktu. O'nu bulmalıydım. Belki de sadece şarjı bitmişti. Ama bilemezdim ki... 
   
Arabayı park etme gereği duymadan kapıya bırakıp içeri girdim, yüksek ses, ışıklar, kalabalık... Burada telefonu çalsa bile duyamazdı ki... Dakilarca O'nu aradım. Kolumdan biri tutup arabanızı oradan almalısınız dedi. Cüzdanımı çıkardım. Para teklif edeceğimi düşünmüş olmalı ki O'nun resmini gösterdiğimde şaşırmıştı. 

"Bu kızı gördünüz mü?
"Evet yarım saat önce çıktı."
 "Yanında biri var mıydı?
"Yalnız çıktı."

İnsanların ne zaman çileden çıkacağını hissettiğim anları yaşıyordum. Hızlı adımlarla kalabalığın arasından arabaya gittim. Bu saatte yalnız başına bir kız. En yakın taksi durağına gitmeliydim. Yollar tenhaydı ve soracak kimse yoktu. Tabelaları takip ettim ve nihayet gelmiştim.

Resmini gösterdim ve "Gelmedi." cevabını aldım.




Arabaya girdiğimde kızımdan özür dilemek zorunda kalmıştım. İlk defa kapısını bu kadar sert kapatıyordum. Arabayı çalıştırdığım anda telefonum çalmaya başladı.



"Telefon numaranı hatırlamam uzun sürdü, kusura bakma. Beni gelip almalısın."

Kısa, net ve sarhoş olduğunu belli etmemeye çalışan bir kızın, ağlayan ama huzur verici sözleriydi bunlar. 

Yanına geldiğimde O'na sıkıca sarılıp alkolle karışmış kokusunu içime çekmiştim. Üşüyordu. Ceketimi çıkarıp ona verdim. Arabaya giderken beni durdurdu ve banka çekip oturtturdu. Konuşmadan sarılmamı istedi. İlk defa bu kadar içmişken görüyordum O'nu... Ve anlatmaya başladı.

...

Her şey çok güzel giderken, çocuğun yanında olmadığı bir anda masada duran telefonundan gelen arama dikkatini çekmişti. Rehbere "Aşkım" diye annesini kaydetme ihtimalinin çok düşük olduğunu varsayarak telefonu açmış ve çocuğun sevgilisinin hiç durmaksızın söylediği tehditkar konuşmayı dinlemiş, hiçbir şey söylemeden kapatmıştı. Biraz önce dans ederken elleri ve dudakları vücudunda dolaşan çocuğun oyuncağı gibi hissetmişti kendisini. Toz pembe hayat, karanlık bir acıya dönüşmüştü...

Kendinden iğrenir gibi konuşmalarına son verip evime doğru yola çıktık. Sonrasında olanları ise yukarıdan aşağı doğru bunları okurken ki gördüğünüz resimlere tekrar bakarak öğrenebilirsiniz. 

Ben O'nun kardeşi, arkadaşı, dostu ve bazen aşkı olan adam.
O'nu seviyorum. Ve sanırım başım belada...

11 Yorum: